Türkiye’nin Doğal Varlıkları Konu Anlatımı
Coğrafya ayt konu anlatımı, coğrafya tyt konu anlatımı , coğrafya yks konu anlatımı… Merhaba arkadaşlar sizlere bu yazımızda Türkiye’nin Doğal Varlıkları hakkında bilgi vereceğiz. Yazımızı okuyarak bilgi edinebilirsiniz
Türkiye’nin Doğal Varlıkları
- İç Anadolu’nun Doğal Güzellikleri
Karapınar Çölü, Konya
Meke Gölü, Konya
Ihlara Vadisi, Aksaray
Gökpınar Gölü, Sivas
Kapadokya, Nevşehir
Erciyes Dağı, Kayseri - Akdeniz Bölgesi’nin Doğal Güzellikleri
Salda Gölü, Burdur
Cennet ve Cehennem Obrukları, Mersin
Damlataş Mağarası, Antalya
Karain Mağarası, Antalya
Manavgat Şelalesi, Antalya
Likya Yolu, Muğla – Antalya
Kleopatra Plajı, Alanya
Düden Şelalesi, Antalya
Olimpos, Antalya
Kaputaj Plajı, Antalya - Marmara Bölgesi’nin Doğal Güzellikleri
Gölyazı ve Uluabat Gölü, Bursa
Kaz Dağları, Balıkesir - Ege Bölgesi’nin Doğal Güzellikleri
Kızkumu, Muğla
Saklıkent Kanyonu, Muğla
Ölüdeniz, Muğla
Pamukkale, Denizli
İztuzu Plajı, Muğla
Kelebekler Vadisi, Muğla - Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Doğal Güzellikleri
Nemrut Dağı, Adıyaman - Karadeniz Bölgesi’nin Doğal Güzellikleri
Borçka Karagöl Milli Parkı, Artvin
Gorgit Yaylası, Artvin
Uzungöl, Trabzon
Şehriban Kanyonu, Kastamonu
Ayder Yaylası, Rize
Yedigöller Milli Parkı, Bolu - Doğu Anadolu Bölgesi’nin Doğal Güzellikleri
Ağrı Dağı, Ağrı
Van Gölü, Van
Muradiye Şelalesi, Van
Tortum Şelalesi, Erzurum
İç Anadolu’nun Doğal Güzellikleri
Karapınar Çölü, Konya
Ülkemizde yer alan tek çöl olma özelliğine sahip olan Karapınar Çölü, Konya’nın Karapınar ilçesinde yer almaktadır. Yıllar içerisinde meydana gelen çölleşme bölgede pek çok göçe neden olmuş ve bunun sonucunda nüfusu oldukça azalmıştır. Tarih boyunca önemli ticaret yollarından İpek Yolu üzerinde yer alan Karapınar, bugün hem çölü hem de tektonik gölleri ile ziyaretçilerin ilgisini çekmeyi başarmaktır. Ülkemizde tek olmasının etkisi Karapınar’ı yalnızca yerli değil yabancı turistlerin de sıklıkla ziyaret ettiği bir yer haline getirmiştir.
Karapınar Çölü’nün oluşmasının altında yatan nedenler arasında bölgede yaşayan halk tarafından tahribata uğramasının yanı sıra sert esen rüzgardan toprağın etkilenmesi gelmektedir. Ülkemizin rüzgar erozyonundan tek etkilenen arazi olan bölge için 1960 yılında çölleşmeyi durdurmak için devlet projeler yapmaya başlamıştır.
Batısında Karatay, Konya ve Çumra varken; güneydoğusunda Adana ve Ereğli; güneyinde Karaman bulunan Karapınar, ülkemizin tek çölü olan Karapınar Çölü, gölleri, doğal ve tarihi güzellikleri ile ülkemizde görülmeye değer yerlerin başında gelmektedir.
Meke Gölü, Konya
Konya’nın Karapınar ilçe sınırları içerinde yer alan Meke Gölü, ülkemizin sahip olduğu doğal güzelliklerden biridir. Her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turistin ilgisini çeken bu göl, bir krater gölüdür ve sönmüş bir volkan kraterinin su dolması ile oluşmuştur. Gölün uzunluğu 800 m genişliği ise 500 metredir. Volkanik patlama sonucu günümüzden yaklaşık 5 milyon yıl önce oluşmuş olan Meke’nin ortasında bir de adacıklar bulunmaktadır.
Deniz seviyesinden yüksekliği 918 metre olan gölün suyu oldukça tuzludur ve derinliği 12 metreyi bulmaktadır. Doğal güzellikleri ile bilinen Karapınar’ın özel duraklarından biri olan Meke Gölü’nün yanı sıra yanı sıra Obruk Gölü, Obruk Yaylası ve Karapınar Çölü de bölgede mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerin başında gelmektedir.
Ancak Meke Gölü sahip olduğu tüm güzelliği ile ziyaretçilerin oldukça ilgisini çeken duraklardan biri iken son dönemlerde yaz aylarında süren kuraklık nedeniyle bozulmaya uğramıştır. Bu nedenle göçmen kuşların mola verdiği bu doğa harikasını korumaya özen göstermeliyiz.
Ihlara Vadisi, Aksaray
Türkiye’nin gizli geçidi olan Ihlara Vadisi’nin oluşumuyla ilgili birkaç hikaye anlatılır. Bunlardan biri de, Hasandağı’nın aktif hale geçmesiyle lavlar, bölgede volkanik bir tabaka oluşturmuş. Zaman içerisinde oluşan bu tabaka, çevresel faktörler sebebiyle aşınır.
Buna ek olarak, Melendiz Çayı da kanyon vadinin altını oyarak kendisine yol açar. Vadide oluşan derinlikler yer yer 10 metreye kadar ulaşıyor.
Aksaray‘daki Ihlara Vadisi doğanın bir şaheseri olmakla birlikte tarihsel değere de sahip bir bölge. Zamanında vadi içerisinde çok sayıda kilise olsa da yalnızca 14 tanesi günümüze kadar ulaşmayı başarabilmiş. 10 tanesi de halen canlılığını koruyor.
Ihlara Vadisi’nde yer alan kiliselerin hikayeleri 6. yüzyıla dayanıyor. Hatta Saint George Kilisesi, ilk günkü ihtişamıyla vadide yükseliyor. Kilisedeki süslemelerde, Selçuklu Sultanı’na ait olduğu düşünülen elbise resimleri kullanılması, kilisenin yapımında Türkler’in de yardım ettiği kanısını ortaya çıkartıyor.
11. yüzyıla kadar kiliselerin inşasına devam edilse de Selçukluların bölgeyi ele geçirmesiyle inşaatlar durdurulmuş Ancak, hali hazırda tamamlanmış kiliselerde Hristiyan halk ibadetlerini yerine getirmeye devam etmiş. 1924’te ise kiliseler ibadete kapatılmış.
Vadi içerisinden akan Melendiz Çayı da Ihlara Vadisi’nde doğanın ve tarihin muazzam uyumunu ispat ediyor.
Gökpınar Gölü, Sivas
Gökpınar Gölü tabii güzelliği bakımından Gürün’ün olduğu kadar ülkemizin de nadide yerlerinden biridir. İlçe merkezine 10 kilometre uzaklıktadır. Suyu tatlı, berrak ve temizdir. Öyle ki bazı kısımların derinliği 17-20 metreyi bulduğu halde içine atılan küçük bir cismin tabana kadar çöküşü ve tabandaki duruşu, net olarak izlenebilmektedir. Gölün diğer bir özelliği, güneşin açısına göre ton değiştirmesidir. Gölün rengi mavi-gök renginden olduğu için bu ad verilmiştir. Yaslandığı kayaların dibinden ve yer yer tabandan kaynayan göl, iki parçadan oluşmaktadır. Küçük Göl adı verilen gölden çıkan suda alabalık üretimi yapılmaktadır. Büyük Göl ise turistik amaçlarla ziyaret edilen bir konumdadır.
Halk arasında Gökpınar’ın oluşumu ile ilgili olarak iki efsane anlatılmaktadır. Birincisine göre, “Bir çoban sürüsüyle birlikte gölün bulunduğu arazide dinlenirken rüyasında kendisine ‘Koyunların ile birlikte buradan uzaklaş, alttan su kaynayacak’ denir. Çoban uyandığı zaman aceleyle sürüyü alır ve karşı yamaca geçer. Gerçekten de bir süre sonra su kaynamaya başlar ve Gökpınar oluşur. ” İkincisine göre ise, “Çoban ve sürüsü şiddetli susuzluk çekmektedir. Oraya yakın bir çevrede su kaynağı yoktur. Çoban çaresiz bir şekilde ‘Ya Rabbi su’ diye inler ve elindeki asasını yere vurur. Bir süre sonra asanın değdiği yerden su kaynamaya başlar. Çoban ve koyunlar kana kana sularını içerler. Çıkan bu su, orada bir göl halini alır.” Gölün suyu berrak ve gök mavisi olduğu için yöre halkı göle “Gökpınar” ismini verir.
Kapadokya, Nevşehir
Nevşehir, Kırşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri’yi içine alan ve genel olarak Kapadokya denilen bölge, bundan yaklaşık 60 milyon yıl önce, Erciyes Dağı, Güllü Dağı ve Hasan Dağı’nın yarattığı volkanik arazinin küllü ve yumuşak tabakasının, milyonlarca yıl boyunca rüzgar ve yağmur suları ile aşınması ile şekillenmiş, oldukça karakteristik bir bölge. Her ne kadar bu bölgenin temelini doğal koşullar oluştursa da burada insan eliyle oyulmuş peri bacaları içinde yaşanan hayatlar, Kapadokya’nın asıl büyülü yanını oluşturuyor.
Dünyanın birkaç bölgesinde de görülen peri bacalarını başka hiçbir yerde Kapadokya’da olduğu kadar yoğun bir şekilde göremezsiniz. Times Gazetesi’nde yayımlanan “Dünya’nın Yeni 25 Harikası” listesine 5. sıradan giren Kapadokya, aynı zamanda da 1985’ten beri UNESCO Dünya Kültür Mirasları Listesi’nde.
Bu bölgedeki insan yaşamını izleri ise Paleolitik döneme kadar uzanıyor. Bir zamanlar Hititler’in yaşadığı bölge, daha sonra Hristiyanlığın önemli merkezlerinden biri haline geliyor. Bölgedeki yeraltı şehirleri, peri bacaları ve mağaralar, Hristiyanlığın yasak olduğu Roma İmparatorluğu döneminde, bölgedeki Hristiyanların gizlilik içinde güvende yaşamalarına olanak sağlıyor. Bölgede kayalara oyulmuş ve yeraltındaki şehirlere kurulmuş birçok kilise bulunuyor.
Erciyes Dağı, Kayseri
Kayseri‘de konumlanan Erciyes Dağı’nda 30 milyon yıl öncesinde yaşanan volkanik patlamalar sonucu savrulan küller sayesinde peribacaları oluşmuş.
Ayrıca 3 bin 917 metre yüksekliğindeki Erciyes, Türkiye’nin en yüksek dağlarından bir tanesi.
Dümdüz ovaların arasından yükselen ve heybetiyle göz kamaştıran Erciyes Dağı’nın tepelerinde daima kar bulunur.
Yılın her mevsiminde görsel şölen sunan dağda kış sporları yaygın olarak yapılır. Kayak merkezinin de bulunduğu bölgede dağ tırmanıcıları için de korunabilecekleri doğal mağaralar bulunur.
Akdeniz Bölgesi’nin Doğal Güzellikleri
Salda Gölü, Burdur
Salda Gölü ve çevresinin Özel Çevre Koruma Bölgesi ilanından sonra Bakanlığımızca bölgede yapılan çalışmalar sonucu alanda kontrolsüz ve plansız şekilde kafeler, çadır kullanımları ile özellikle gölün kıyı kenar çizgisinin göl yönünde bungalov gibi yapıların bulunduğu, taşıtların göl kenarına kadar geldiği ve doğal yapıya zarar verdiği tespit edilmiştir.
Yapılan bu tespitler sonucu Bakanlığımızca Salda Gölü kıyısında ilk etapta yoğun kullanıma maruz kalan Yeşilova Halk Plajı ile Beyaz Adalar kısmına ilişkin planlama ve alan özelliklerine uyumlu proje çalışmaları başlatılmıştır.
Hazırlanan kıyı planları ve bu planlarla uyumlu projelendirme çalışmaları ile sahil şeridinin ilk bölümünde park kullanımları, ikinci bölümünde rekreatif ve günübirlik faaliyetler planlanmıştır. Salda Gölü etrafında yapılacak uygulamalarda doğal dokuya zarar verilmemesi için kullanımlar 300-500 metre geriye çekilmiştir. Kıyı kenar çizgisi önünde hiçbir yapılaşma olmayacaktır.
Cennet ve Cehennem Obrukları, Mersin
Mersin‘in Silifke ilçesinde konumlanan Cennet ve Cehennem Obrukları görenleri hayret düşürüyor.
Doğanın nelere kadir olduğunun canlı kanıtı olan bu obruklar, yeraltı sularının oluşturduğu erozyon sonucu meydana gelmiş. Suyun destekleyici kütle zamanla aşındırmasıyla tavan çöker ve obruk meydana gelir.
70 metre derinliğindeki Cennet Obruğu’nda ilerledikçe bir mağara ve mağaranın girişinde de ufak bir kilise karşımıza çıkıyor. Kilisenin giriş kapısında 4 satırlık bir kitabe yazılı. Kitabenin incelenmesiyle kilisenin 5. yüzyılda Paulus adında dindar bir kişinin Meryem Ana’ya ithafken inşa ettirdiği anlaşılıyor. Cennet Obruğu’na 452 basamaktan oluşan taş bir merdiven sayesinde iniliyor.
Derinliği 128 metre olan Cehennem Obruğu da tıpkı Cennet Obruğu gibi meydana gelmiş olup, hemen 75 km kuzeyinde konumlanıyor. Kenarları içbükey olmasından kaynaklı olarak obruğa iniş gerçekleştirilemiyor. Efsaneye göre Zeus, ağzından alev çıkartan yüz başlı ejderha Typhon’u burada gerçekleştirilen bir dövüşte alt eder. Typhon’u Etna Yanardağı’nın altına sonsuza dek göndermeden önce bir süre Cehennem çukurunda hapsettiği rivayet edilir.
Damlataş Mağarası, Antalya
Damlataş Mağarası 1948 yılında, liman inşaatında kullanılacak taş için ocak açılması sırasında bulunmuştur. Mağara tarihi yarımadanın batı kıyısındadır. Mağaranın giriş kısmında 50 metrelik bir geçit vardır. Yüksekliği 15 metreyi bulan geçitten sonra silindirik bir boşluğa gelinir. Buradan, mağaranın tabanına inilir. Yan kristalize kalker içinde bulunan mağaranın sarkıt ve dikitleri 15 bin yılda oluşmuştur. Mağaraya, sarkıtlardan damlamaya devam eden su damlaları nedeniyle Damlataş adı verilmiştir.
Yerli ve yabancı turistlerin gözdesi Damlataş Mağarası, büyüleyici güzelliğinin yanı sıra astım hastalarına iyi gelen havasıyla da ünlüdür. Doktor kontrolünde, mağarada belli bir süre oturarak 21 günlük tedavi kürü uygulayan hastalar vardır. Mağaranın havası yaz kış değişmez; sıcaklık 22 santigrat derece, rutubet yüzde 95, sabit basınç 760 mm’dir. Mağaranın havasında yüzde 71 azot, yüzde 20,5 oksijen, on binde 2,5 karbondioksit ve bir miktar radyoaktivite ile iyonlar bulunmaktadır. Mağaraya giriş ücretlidir. Çevresinde küçük bir çarşı vardır, önü ise plajdır.
Karain Mağarası, Antalya
Antalya’nın Yağca Köyü’nde bulunan Karain Mağarası, Türkiye’nin en büyük doğal mağaralarından bir tanesi. İnsanlık tarihine ışık tutması açısından son derece önemli bulgulara rastlanan Karain Mağarası’nda neandertal insanların kalıntılarına rastlanmış.
Alt Paleolitik Çağ’dan Roma Dönemi’ne kadar yerleşim izlerinin bulunduğu mağara, diğer Paleolitik mağaraların bir dönemi temsil etmesinin aksine Alt, Orta ve Üst olarak bir katmanlaşma göstermiş olup, Avrupa ile Yakın Doğu arasındaki göç yollarını aydınlatmada önemli izler taşıyor.
Anadolu topraklarının ilk sanat ürünleri de yine Karain Mağarası’nda bulunmuş. İlk olarak 1946 yılında Prof. Dr. İsmail Kılıç Kökten tarafından keşfedilen mağara, büyük arkeolojik çalışmalara ev sahipliği yapmış. Günümüzde de turistlerin akın ettiği mağara doğal güzelliğiyle kültürel birikimin harmanlandığı Türkiye’nin nadide eserlerinden bir tanesi.
Manavgat Şelalesi, Antalya
Manavgat Şelalesi, Antalya İlinin Manavgat İlçesinde Manavgat Çayı üzerinde bulunan ülkemizin en ünlü şelalelerinden birdir. Yılda yaklaşık 1 milyon kişinin ziyaret ettiği Manavgat Şelalesi Manavgat İlçe Merkezine yaklaşık 4 km uzaklıktadır. Şelale Antalya’ya 76 km, Side’ye 8 km, Alanya’ya ise 62 km uzaklıktadır. Manavgat Şelalesi’nin gürül gürül akıp dökülen suları görenleri büyüleyen bir manzara yaratır.
İlçe merkezinin kuzeyinde kalan Manavgat Şelalesi Manavgat Çayının her iki tarafındanda ziyaret edilebilmektedir. Fakat esas ziyaret yeri Manavgat Belediyesi tarafından yeni çevre düzenlemesi yapılan ücretli girişe sahip park alanıdır. Çınar ağaçlarıyla kaplı parkta şelaleyi çok iyi görebileceğiniz seyir terasları, restoran, büfe, hediyelik eşya satış yerleri ve tuvaletler bulunmaktadır. Bu park alanına giderken Manavgat Çayının sol tarafından yukarı çıkmanız gerekir. Çayın sağ tarafında kalan yoldan şelaleye giderseniz bu kısımda herhangi bir seyir terası tesis yoktur.
Manavgat Şelalesine özel araç, taksi ve Manavgat Şehir Merkezinden kalkan dolmuşlarla ulaşabilirsiniz. Manavgat Çayı’nın bu bölgelerinde piknik de yapılmaktadır.
Likya Yolu, Muğla – Antalya
Likyalılar tarafından kullanılan bir ticaret yolu olan Likya Yolu, Fethiye’den başlayıp Geyikbayırı’nda bitiyor.
Türkiye’nin en uzun yürüyüş yolu olan Likya Yolu üzerinde 1999 yılına kadar tam bir rota çıkartılamamış. 1999’da ise Cate Clow bunu başarmış ve Likya Yolu tam anlamıyla rota dahilinde yürünmeye başlanmış.
555 kilometrelik bu parkurda ormanların içerisinde geçecek, yer yer denizin masmavi sularını görüp serinlemek isteyeceksiniz.
Ölmeden önce yapılması gerekenler listesinde mutlaka bulunması gereken Likya Yolu yürüyüşü, 20’den fazla antik kenti keşfetmenizi de sağlayacak.
Kleopatra Plajı, Alanya
Ülkemiz bir deniz ülkesi olduğundan özellikle yaz ayları tatil için vazgeçilmez yerler deniz kenarı şehirleridir. Ülkemiz turizm açısından çok önemli plajlara sahiptir.
Antalya ilimizin Alanya ilçesinde yer alan Kleopatra Plajı, bilindiği üzre imini ünlü Antik Mısır Kraliçesi Kleopatra’dan almıştır. Kleopatra milattan önce 69 ila milattan önce 30 yılları arasında yaşamış ve yaklaşık olarak 39 yaşında hayatını kaybetmiştir. Bir rivayete göre Romalı General Antony şimdiki Alanya ve çevresini kraliçe Kleopatra’y hediye etmiştir. Kraliçe de aşağı yukarı her gün banyo yapmak için Kleopatra plajına inermiş. Günümüzde ise bu plaj Kleopatra plajı ismiyle yerli yabancı birçok turiste ev sahipliği yapmaktadır.
Düden Şelalesi, Antalya
Dünyanın dört bir yanından ziyaretçinin görmeye geldiği Düden Şelalesi’nde Antalya turizmini geliştirmek için her şey yapılıyor.
Şelalenin girişinde deveye binip arkanızda şelaleyle birlikte anı fotoğrafı çekilebilirsiniz örneğin.Şelalenin içerisinde hediyelik eşya dükkanları, kafeler, restoranlar hatta Gençlik Parkı bulunuyor.
Düden Şelalesi’nde akan su ortalama 15 kilometre mesafede konumlanan Lara Plajı’nda 50 metre yükseklikten denize dökülüyor.Şehir merkezine de yalnızca yarım saat mesafede bulunan Düden Şelalesi, doğanın mucizelerinden bir tanesi.
Olimpos, Antalya
Antalya Olimpos, Antalya’da gezilecek yerler arasında çoğu kişinin favorilerinden biridir.. Özellikle bir Suluada denen yer var ki, fotoğraflarda ve videolarda görünce “Harbi Deniz. Ne güzelmiş oralar yahu !” şşaşkınlık belirtilerine şahit olur. Ayrıca, Olimpos Antik Kenti‘nde tarih, binlerce yıldır sönmeden yanan Yanartaş, Olimpos’ta yapılacak aktivitelerden olan : Kaya tırmanışı, scuba diving, kano gezisi gibi daha onca şey, sanırım Olympos Tatili yapmanız için yeter de artar bile.
Antalya Olimpos’a gelmek için neden çok anlayacağınız.
Kaputaj Plajı, Antalya
Antalya’nın Kaş ilçesine bağlı Kalkan beldesinde konumlanan Kaputaj Plajı, kendisine çevreleyen etkileyici kayalıklardan adını alan ülkemizin ender doğal güzelliklerinden bir tanesi.
Yol ağzından başlayan merdivenlerle inilebilen plajda, yeraltından çıkan su, kumsaldan süzülerek turkuaz renkli denizle buluşuyor.
Masmavi deniziyle insanı büyüleyen bir görünüme sahip olan plajın kumsalı ise çakıl ve kumdan oluşuyor.Mavi bayraklı Kaputaj Plajı’nın suyu, yeraltı sularından kaynaklı olarak soğuk olsa da yaz aylarında yavaş yavaş ısınmaya başlıyor.
Plaja giriş ücretsiz olsa da şezlong ya da şemsiye kiralamak istiyorsanız belirli bir ücret ödemeniz gerekiyor. Dışarıdan kendi şemsiyenizi getirmek de serbest.
Marmara Bölgesi’nin Doğal Güzellikleri
Gölyazı ve Uluabat Gölü, Bursa
Uluabat Gölü, eski ismi Apolyont Gölü[2], Bursa ilinde bir göldür. Uluabat gölü Marmara Denizi’nin 15 km güneyinde ve Bursa ilinin 30 km batısında , Mustafa Kemalpaşa ilçesinin doğusu ve Bursa Karacabey karayolunun güneyinde 40° 12′ kuzey, 28° 40′ doğu koordinantları arasında yer alır. Rakım 7 metredir. Göl, Nisan 1998’de T.C. Çevre Bakanlığı tarafından Ramsar Alanı olarak kabul edilmiştir. Uluabat Gölü gerek plankton ve dip canlıları, gerekse sucul bitkileri, balık ve kuş populasyonları açısından Türkiye’nin en zengin göllerinden birisidir. Göl aynı zamanda Kasım 2000 de uluslararası bir sivil toplum kuruluşları ortaklığı projesi olan ve 2001 yılı itibarıyla dünyaca ünlü 19 gölü bünyesine alan Living Lakes (Yaşayan Göller) ağına dahil edilmiştir
Kuzeyinde Eskikaraağaç, Gölyazı ve Kirmiktir, batısında Mustafa Kemalpaşa, doğusunda Akçalar, güneyinde Akçapınar , Fadıllı ve Furla yer alır. Gölün kuzey kıyıları oldukça girintili çıkıntılı bir yapıya sahiptir. Bu kısımda bulunan iki yarımada da Eskikaraağaç ve Gölyazı (Apolyont) köyleri bulunmaktadır. Uluabat Gölü oldukça büyük ve sığ bir tatlı su gölüdür. Göl içinde alanları 0,25 ha (Heybeli Adası) ile 190 ha (Halilbey Adası) arasında değişen büyüklüklerde 11 ada bulunur. Bu adalar; en büyük ada Halilbey adası başta olmak üzere sırasıyla Terzioğlu (Süleyman Efendi) Adası, Manastır (Nail Bey Adası, Mutlu Ada) Adası, Arif Molla (Molla Efendi Adası), Şeytan Adası, Büyük ve Küçük Kerevit Adaları, Bulut Adası, Kız Adası ve Heybeli Adaları’dır. Bu adalar Jura kalkerinden oluşmuştur. Özellikle fırtınalı havalarda bu adalar birer dalga kıran görevi yapar.
Kaz Dağları, Balıkesir
İda Dağı olarak da adlandırılan Kaz Dağları, antik dönemden başlayarak günümüze kadar birçok efsaneye konu olmuş.
‘Tanrıların Armağanı’ olarak nitelendirilen Kaz Dağları, Marmara Bölgesi’nin yoğun yaşamı altında stresle boğuşanlar için altın değeri taşıyor. Hafta sonu, hatta günübirlik dahi ziyaret edilebilir bir bölge olduğunu da hatırlatalım.
Zeytin ağaçları, kızılçam, meşe ve karaçam ormanlarıyla doğanın bütün zenginliklerini içerisinde barındıran Kaz Dağları’na 4 mevsim seyahat edilebilir.
Buz gibi doğal kaynak sularında yüzebilir, kuş sesleri arasında kendinizi çimlerin üzerine bırakabilir, şehrin bunaltıcı havasını bir nebze de olsa unutabilirsiniz.
Homeros, dünyaca ünlü İlyada’sında İda Dağı için ”Bol pınarlı, vahşi hayvanların anası” ifadesini kullanmış. Afrodit, Hera ve Athena’nın katıldığı, Truva Savaşı’na sebebiyet veren güzellik yarışması bu topraklar üzerinde yapıldı. Zeus bu topraklar üzerinde doğdu ve Hera’yla yine burada evlendi. Tanrılar, Truva Savaşı’nı Kaz Dağları’ndan izledi.
Hatta bazı rivayetlere göre Nuh’un gemisinin İda’da olduğu söyleniyor. Sarıkız efsanesi de günümüzde de kulaktan kulağa dolaşmakta. Kanyonları, şelaleleri, kendine özgü doğasının yanı sıra Kaz Dağları ziyaretçilerine asla unutulmayacak mitolojik öyküler sunuyor.
Ege Bölgesi’nin Doğal Güzellikleri
Kızkumu, Muğla
Kızkumu Muğla’nın ilçelerinden birinde, Marmaris Orhaniye yolu üzerinde yer almaktadır. Yeşilin her rengini doğasında görebileceğiniz bu doğa harikası alan çam ağaçlarının o güzel kokusunu içinize çekebileceğiniz aynı zamanda da sakin deniziyle sizi kucaklayan yegane noktalardan birisidir.
Bu güzel ilçeyi bu kadar meşhur yapmasının nedeni 600 metrelik batık bir patika misali denizin içinde uzanan plajıdır. Yaklaşık 3 metrelik eni bulunan bu patikanın kızıl kumları Türkiye’nin en çok ziyaretçi çeken noktaları arasında yer alır. Yol boyunca tüm denizin suyu başlarda ayak bileklerinize kadar sonrasında dizlerinize kadar gelirken kumun altında yaklaşık derinlik 20 metre kadardır.
Birçok ziyaretçi bu ilginç doğa harikası noktayı sadece fotoğraflarla ölümsüzleştirip oradan ayrılır. Ancak bazıları için buranın efsanevi bir nokta olduğu unutulmaz ve hikayesi yüzyıllardır süregeldiği gibi dillere destan olmaya devam eder.
Saklıkent Kanyonu, Muğla
Türkiye’nin cennet köşesi Fethiye, birçok doğal güzelliğe ev sahipliği yapıyor. Ölüdeniz, hem yerli hem de yabancı turistlerin ilgi odağındayken Saklıkkent Kanyonu biraz daha göz ardı edilmiş gözüküyor.
26 sene önce bir çoban tarafından keşfedilen Saklıkent’te Mayıs ayında dağlarda eriyen kar suları kayalardan akarak cennete doğru yol alır. Kanyonun doğa mucizelerini barındırması Saklıkent Milli Parkı’nın kurulmasına ön ayak olmuş. Parktan adımınızı attığınızda kanyonun girişiyle karşılaşacaksınız.
Suyun içindeki kayalardan yürümek zorunda olduğunuz için sandalet veya lastik ayakkabı giymeniz de yarar var.İlk başlarda sakin sular kanyonda ilerledikçe hırçınlaşıyor. İki yanınız da ağaçlar ve kayalarla çevriliyken içinde bulunduğunuz su giderek soğumaya başlayacak.
İleride de bir ada göreceksiniz. Bu ada, huzurun ve yalnızlığın adası. Kanyonun içlerine doğru ilerlerken düşüp akıntıya kapılma olayları yaşandığı için kanyona kadar bağlanmış sağlam bir halattan destek alıyorsunuz.Kanyona vardığınızda su sakinleşiyor. Daha rahat yürümeye başlayacağınızı düşünseniz de bu kez de kayalar karşınıza çıkıyor.
Geçmiş dönemde suyun kayalar üzerinde bıraktığı etkiyi görebiliyorsunuz. İlerledikçe yollar daralıyor ve yürümesi giderek zorlaşıyor.Kimileri geri dönse de yola devam edenler minik bir şelale ile karşılaşıyor. Ödül de yolun sonunda şelalenin altında serinlemek oluyor.
Ölüdeniz, Muğla
Fethiye’den Ölüdeniz’e çamlar arasından giden yol 14 km. Yokuşlu inişli yolun sonunda birden müthiş bir mavi çıkıverir karşınıza. Burası Belcekız Koyu’dur. Koyun içinden uzanan kumsalı yürüdüğünüzde ise eşsiz Ölüdeniz’i görürsünüz. Ölüdeniz büyülü gibidir, kıpırtısız durur öylece. Dibinde tek bir yosun bile yoktur, beyaz bir kumla örtülüdür. Suyun ve dibinde kumun kırdığı ışık turkuaz bir renk verir. Ölüdeniz’e çamların gölgesi düşer ve bu etkileyici turkuazı zenginleştirir.
Belcekız adı da bir efsaneye dayanır. Eski çağlarda buralardan geçen gemiler açıkta demirler ve içme suyu almak üzere kıyıya sandalla çıkarlarmış. Bir gün yaşlı bir kaptanın genç, yakışıklı oğlu su almak için koya çıktığında güzel mi güzel Belcekız’ı görür. Görür görmez de vurulur. Kızın yüreğine de ateş düşer. Ama delikanlı suyu alıp dönmek zorundadır. Gemi uzaklaşıp gider. Belcekız hep kıyıyı, sevgilisini kollar. Delikanlı da geminin buralardan her geçişinde su almaya gelir. Böylece görüşürler.
Bir gün gemi buralardan geçerken fırtına patlar. Genç, babasına burada korunaklı, havuz gibi bir koy olduğunu söyler. İhtiyar kurt ise oğlunun gönül macerasını bilmektedir. Oğlunun sevgilisini görmek uğruna gemiyi parçalamayı göze aldığını sanır. Dalgalarla birlikte kavga da büyür baba oğul arasında. Gemi tam kayalıklara çarpacakken kaptan bir kürek darbesiyle oğlunu denize atar ve dümene yapışır ki durumu görür. Deniz dönerek çarşaf gibi bir koya girmektedir. Oğlan orada ölür. Kayaların üzerinde sevdiğini bekleyen Belcekız da kendini kayalardan atıp ölür. İşte o gün bu gündür kızın öldüğü yere Belcekız, oğlanın öldüğü yere Ölüdeniz denir. Günün ilerleyişine göre rengi değişip duran deniz belki de bir oğlana bir kıza yanmaktadır.
Ölüdeniz Kumburnu’nda 950 hektarlık alan Kıdrak Tabiat Parkı ilan edilip, koruma altına alınmıştır. Ölüdeniz Lagünü ve Kıdrak Plajını kapsayan bu alan aynı zamanda SIT bölgesi ve özel çevre koruma alanı içinde kalmaktadır. Plajda su sporları işletmesi de var.
Pamukkale, Denizli
Son 15 yılda turizm patlaması yaşayan bölge, bir zamanlar insan akımına uğradığı için doğal güzelliğini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmış.
Pamukkale Travertenleri oldukça ender görülen bir yapı olarak karşımıza çıkıyor. Çeşitli nedenlerden kaynaklı, ortama bağlı kimyasal reaksiyonlar sonucunda çökelme meydana gelerek kayaçlar ortaya çıkıyor. Pamukkale termal kaynağının oluşumuna sebebiyet veren jeolojik olaylar geniş bir çevreyi etkilemiş.
Bölgede, sıcaklıkları 35 ila 100 C arasında değişkenlik gösteren 17 sıcak su alanı yer alıyor. Pamukkale termal kaynağı, antik dönemlerden beri kullanılıyor.
Kaynaktan çıkan 35.6 C su, kalsiyum hidrokarbonat bakımından oldukça zengin. Bu su, havayla temas ettiğinde, karbondioksit ve karbonmonoksit gaz haline gelip uçuyor. Kalsiyum karbonat da çökelerek travertenleri oluşturuyor.
İztuzu Plajı, Muğla
Dalyan sahili dendiğinde akıllara gelen ilk yer tabii ki Dalyan İztuzu plajı… Avrupa’nın en iyi plajları arasında sık sık gösterilen 4.5 kilometre uzunluğundaki bu plaj, o kadar iyi korunmuş ki kilometreler boyunca tek bir otel ya da ev görmeniz mümkün değil. Teknelerle ya da konforlu dolmuşlarla ulaşabileceğiniz Dalyan İztuzu plajının en önemli özelliği altın rengindeki ince kumları ve bu kumlara yumurtalarını bırakan Caretta Caretta kaplumbağaları. Caretta Caretta’ların dünyadaki nadir üreme alanlarından biri olan Dalyan İztuzu plajı, kaplumbağaları rahatsız etmemek için akşam 20.00 ile sabah 08.00 arasında kimsenin içeri alınmadığı bir yer. Yumurta bırakma döneminde evcil hayvanlar da plaja giremiyor. Plajda yaralı kaplumbağalarının tedavilerinin yapıldığı bir kaplumbağa hastanesi de bulunuyor. Kısacası soyu tükenmekle karşı karşıya olan bu hayvanlara çok büyük özen gösteriliyor ve aynı özenin turistler tarafından da gösterilmesi bekleniyor.
Tuzlu ve tatlı su arasında uzanan ender plajlardan birisi konumunda olan Dalyan İztuzu plajı, Dalyan gezilecek yerler listesinde bir numaradaki yerini her zaman koruyor.
Kelebekler Vadisi, Muğla
Muğla’nın Fethiye ilçesinde iki yüksek yamaç arasından filizlenen Kelebekler Vadisi, el değmemiş güzelliğiyle ziyaretçilerini büyülüyor.
1995’te 1. derece doğal sit alanı ilan edilen vadide 80’i aşkın kelebek çeşidi yaşıyor. Adını da bu kelebeklerden almış.İçerisinde 50 metre yükseklikten dökülen bir de şelale var. Bu şelale vadinin içerisinden geçen bir dereye dökülüyor.Kelebekler Vadisi son derece özel bir bölge. Temiz ve berrak sularının yanı sıra incecik kumlara sahip.
Vadinin içerilerine doğru ilerlediğiniz kelebeklere rastlıyorsunuz. Ancak çok ses yapmamaya özen gösterin. Kelebekler gürültüden rahatsız olup davranış bozukluğu gösterebilir, hatta ölebilirler. Trekking ve tırmanış için oldukça uygun bir yapıya sahip olan Kelebekler Vadisi’nde mutlaka kamp kurmalısınız. Rahatına düşkün olanlar içinse bungalovlar bulunuyor.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Doğal Güzellikleri
Nemrut Dağı, Adıyaman
Nemrut Dağı Ören Yeri, Pütürge’nin Büyüköz Köyü ile Adıyaman’ın Kâhta İlçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Kommagene Kralı I. Antiochos’un tanrılara ve atalarına minnettarlığını göstermek için 2 bin 150 metre yüksekliğindeki Nemrut Dağı’nın yamaçlarına yaptırdığı mezar ve anıtsal heykeller, Helenistik Dönem’in en görkemli kalıntılarından birisidir. Anıtsal heykeller doğu, batı ve kuzey teraslarına yayılmıştır. İyi korunmuş durumdaki dev heykeller kireçtaşı bloklarından yapılmış olup, 8-10 metre yüksekliktedir. Eski çağlarda Kommagene olarak anılan bölgede I. Mithradates tarafından bağımsız bir krallık kurulmuş, krallık, onun oğlu I. Antiochos (M.Ö. 62-32) döneminde önem kazanmıştır. M.S. 72 yılında Roma’ya karşı yapılan savaşın kaybedilmesinin ardından krallığın bağımsızlığı sona ermiştir.
Nemrut Dağı’nın doruğu yerleşme yeri olmayıp, Antiochos’un tümülüsü ve kutsal alanlardır. Tümülüs, Fırat Nehri geçitlerine ve ovalarına hâkim bir noktadadır. Kralın kemiklerinin ya da küllerinin ana kayaya oyulmuş odaya konulduğu, 50 metre yüksekliğinde ve 150 metre çapındaki tümülüs, küçük kaya parçalarıyla örtülerek koruma altına alınmıştır. Her ne kadar yazıtlarda kralın mezarının burada olduğu belirtiliyorsa da bugüne kadar keşfedilememiştir. Doğu ve batı teraslarında Antiochos ile tanrı ve tanrıça heykellerinin yanı sıra aslan ve kartal heykelleri bulunmaktadır. Batı terasında eşsiz bir aslanlı horoskop yer almaktadır. Heykeller Helenistik, Pers sanatı ve Kommagene Ülkesi özgün sanatı harmanlanarak yontulmuştur. Bu anlamda Nemrut Dağı’na batı ve doğu uygarlıklarının köprüsü denebilir.
Kommagene Krallığı’nın tarih sahnesinden silinmesiyle Nemrut Dağı’ndaki eserler yaklaşık iki bin yıl boyunca yalnızlığa terk edilmiştir. 1881 yılında yöreyi görevli olarak gezen Alman mühendis Karl Sester, Nemrut Dağı heykellerine rastlamış ve İzmir’de bulunan Alman Konsolosu’nu, Kommagene Krallığı’na ait harabeleri, tanrı heykellerinin oturtulduğu kaidelerin arkasındaki Grekçe yazıtları göremediğinden Asur harabeleri zannederek haberdar etmiştir. Karl Sester, dev heykelleri keşfetmenin heyecanıyla bu hataya düşmüştür. 1882 yılında Otto Puchstein ve Karl Sester Nemrut’ta inceleme yapmıştır. Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) Müdürü Osman Hamdi Bey 1883 yılında bir ekiple gelip Nemrut’ta çalışmıştır. 2’inci Dünya Savaşı’nın ardından Amerikan arkeolog Theresa Goell ve Alman Karl Doerner; Nemrut ve yöresinde kazı, araştırma ve inceleme yapmışlardır.
Karadeniz Bölgesi’nin Doğal Güzellikleri
Borçka Karagöl Milli Parkı, Artvin
Doğa müzesi olarak da bilinen ve Türkiye’nin en iyi kamp alanlarından biri olan Borçka Karagöl Milli Parkı, doğanın insana bahşettiği nadide güzelliklerden bir tanesi.
Bu alan, heyelan gölünün yarattığı manzaranın yeşille tamamlanmış hali. 1800’lerde Klaskur Yaylası’na yakın bir tepeden kayan toprak, Klaskur Deresi’nin önünü tıkamış ve sonuç olarak Karagöl oluşmuş.
Koruma altına alınmış olan Borçka Karagöl Milli Parkı’na düzenlenen trekkingler, ziyaretçilerin bu muhteşem güzelliğe tanıklık edebilmeleri açısından son derece önemli.
Kamp sevdalıları tarafından yeni yeni keşfedilmeye başlayan Karagöl, doğasıyla insanı cezbediyor. Zaman zaman Artvin Şavşat’ta bulunan Karagöl ile karıştırılsa da Borçka Karagöl Milli Parkı’na ulaşım çok daha kolay.
Gorgit Yaylası, Artvin
Artvin‘in Macahel Bölgesi’nde konumlanan Golgit Yaylası’nda rakım 1700. Doğayla insanın bir araya gelip de mutlak huzurun sürdüğü bir yer alan Gorgit Yaylası’na arabayla ulaşmak mümkün değil. Yalnızca yürünerek gidilebiliyor.
Gidenlerin yanlarına el feneri, pil, uyku tulumu gibi hayati önem taşıyan malzemeleri yanlarına almaları tavsiye ediliyor. Ayrıca yaylada elektrik yok, bu nedenle elektrikle çalışan aletler de kullanılmıyor. Cep telefonunuzun şarjı biterse ney yapacağınızı düşünmeyin. Nasıl olsa bölgede telefon da çekmiyor.
Tam anlamıyla sakinliğin kelime karşılığı olan Gorgit Yaylası içerisinden bir de Maral Şelalesi akıyor. Pamuk gibi bulutların hemen altında, sizin altınızda doğa ve eşsiz bir manzara. Stresten uzaklaşıp doğayla bütünleşmek isteyenler için harika bir alternatif oluşturuyor.
Uzungöl, Trabzon
Uzungöl mevkii daha önce yerleşim kayıtlarına bakıldığında 1586 yılında Rumca “Saraho” ismi ile bilinmektedir. Tarihin belli bir döneminde ‘Şerah’ adıyla bilinirken meydana gelen bir doğal afet sonrasında Solaklı Deresi’nin önü kapanır, böylelikle uzun bir göl oluşur. Bu doğal güzellik o tarihten bu yana ‘Uzungöl’ olarak anılmaktadır.
Uzungöl tarihte ilk olarak Trabzon’un Of ilçesine bağlıyken 1948 yılından bu yana Çaykara ilçesine bağlanmıştır.
Coğrafi güzelliğinden sonra turizm ile tanışan bu göl ünlü bir turizm bölgesine haline gelerek çevresine oteller ve restoranlar açılmıştır. Otel ve restoranların açılması iyi mi oldu kötü mü olduğu sorusu ise tamamen sizin kararınızdır.
Uzungöl’ün çevresi tamamen orman ile kaplı, yaban hayatı, flora ve fauna bakımından oldukça zengindir. Restoranların ızgara dumanlarından etraftaki bolca oksijenini içinize çekemediğiniz için üzgünüz.
Uzungöl, 1000 metre uzunluğunda, 500 metre genişliğinde ve derinliği ise yaklaşık 15 metredir.
Kalabalık şehir hayatından uzaklaşıp çevresinde yer alan sık ladin ağaçların bulunduğu geniş bitki örtüsünü seyredebileceğiniz, yaylarında koşup eğlenebileceğiniz, kuş gözlem kulesinden kuşların cıvıltısı ve uçuşlarını seyredebileceğiniz, eşsiz manzarasında bütüncül fotoğraf kaleleri çekebileceğiniz Uzungöl, 1989 yılında T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tabiat parkı ilan edilmiştir.
Şehriban Kanyonu, Kastamonu
Türkiye’nin henüz keşfedilmemiş doğal güzelliklerinden bir tanesi olan Şehriban Kanyonu, Kastamonu’nun Şenpazar ilçesinde konumlanıyor.
Dik yamaçların yer yer birbirine yaklaşmasıyla kanyonun iki ucundaki mesafe 1 metreye kadar düşse de ortaya enfes bir manzara çıkıyor. İlk defa 1997 senesinde Atlas ekibi tarafından geçilen kanyon halen tam anlamıyla keşfedilmiş değil.
Neredeyse bin metre yüksekliğe ulaşan yamaçların arasındaki dar noktadan hat boyunca akan bir çay bulunuyor. Çayın döküldüğü yerde ciddi bir akım bulunuyor ki insanın baş etmesi son derece zor. Bundan mütevellittir ki Şehriban Kanyonu’na ‘Ölümle Dans Kanyonu’ da deniyor.
Küre Dağları’nın ikinci kez bölme özelliğini taşıyan debisi, yaz yağmurları sebebiyle yükseliyor. Fazlaca su taşıma potansiyeline sahip Şehriban Kanyonu’nda gezmek yer tüyler ürpertici olsa da asla unutulmayacak bir deneyim olarak hayatınızdaki yerini alacak.
Ayder Yaylası, Rize
Ülkemizde yayla denilince akla ilk gelen, Karadeniz Bölgesi’nin en gözde mekânı olan Ayder Yaylası’dır. Kaplıca ve eşsiz doğal güzellikleriyle son yıllarda en çok turist çeken beldelerimizden biri olan Ayder, Çamlıhemşin İlçe merkezine 19 kilometre uzaklıktadır.
Yol boyunca Bulut, Gürgendibi ve Aşıklar şelaleleri sizleri karşılayacak ve eşlik edecektir. Her zaman yeşil kalan ladin ve çam ağaçlarının, sarıdan kırmızıya dönüşen gürgen, kestane, kayın ve köknar ormanlarının sınırında olan bir vadiye konumlanan bu yayla her mevsim farklı bir güzelliğe bürünmektedir.
Her bütçeye hitap eden konaklama tesislerinin bulunduğu yerleşim1220 metre yüksekliğe kurulmuştur. Oksijen deposu olan bu küçük ve şirin yaylanın içinden coşkulu bir şekilde Kavron Deresi akmaktadır. Ayder’in hemen dışında tüm ihtişamıyla Gelintülü Şelalesi nazlı nazlı süzülmektedir. Ayder Yaylası hem diğer yaylalara hem de Kaçkar Dağları’na gezi yapmak isteyenler için bir kapı vazifesi görür. Kışın ayrı bir güzelliğe bürünen ve konaklama tesisleriyle dört mevsim hizmet veren yaylada bir de kaplıca bulunmaktadır.
Bugün Rize’nin en popüler merkezi durumunda olan Ayder, Kaçkar Dağları’na kuzey yönünden yapılan tırmanışların başlangıç noktasıdır. Yaylada, bungalovdan tipik yayla evi konseptine, aile pansiyonundan otele pek çok konaklama seçeneği mevcuttur. Her Türlü alt yapı hizmeti tamamlanmış olan yayla, tatil kasabası görünümündedir. Zengin flora ve faunasının yanında kaplıcası da ünlüdür. Ayder Yaylası, çam ormanları ve Kaçkar manzarasının tam ortasındadır. Ayder Balı da yaylada tadına bakılması gereken lezzetlerdendir. Görenleri kendine hayran bırakan bu yayla, efsunlu güzellikleriyle bütün dünyayı beklemeye devam etmektedir.
Yedigöller Milli Parkı, Bolu
1965 senesinde Milli Park statüsü kazanmış olan Yedigöller, büyük kayaların vadilerin önünü kapatmasıyla meydana gelmiş 7 gölden oluşuyor.
Bizans dönemine ait kalıntıların bulunduğu alanda jeolojik oluşumlar da tespit edilmiş. Yedigöller Milli Parkı’nın bir diğer güzelliği de 236 farklı bitki türüne ev sahipliği yapması. Biyoçeşitliliğin fazla olduğu bölgede meşe, gürgen, köknar, kara çam, akçaağaç, kızılağaç ve ıhlamur fazlaca bulunuyor.
Geniş bir yeşillik alana sahip olması, yaban hayvanları açısından da yaşanabilecek ortam sağlıyor. Yedigöller, dağ kedisi, kurt, tilki, yaban domuzu gibi hayvanların yanı sıra 100’ü aşkın kuş türüne ev sahipliği yapıyor.
Cennetin yeryüzü simülasyonu olan Yedigöller Milli Parkı’nda, 1380 metre yükseklikte konumlanan Kapankaya Tepesi’ne çıkarak bulunduğunuz bölgenin ne kadar güzel bir manzaraya sahip olduğunu gözlerinizle görerek anlayabilirsiniz.
Ayrıca bu güzergah üzerinde anıt ağacı ve pisagor ağacına rastlayabilirsiniz. Milli parkın içerisinde bulunan gülen kayalar ve şelaleler de bir puzzle’ın eksik parçalarını tamamlıyor.
Doğu Anadolu Bölgesi’nin Doğal Güzellikleri
Ağrı Dağı, Ağrı
5137 metreyle Türkiye’nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı, Nuh’un gemisi efsanesinde de yer alıyor.
Efsaneye göre Nuh’un gemisi Ağrı Dağı’nda karaya oturmuş. Bu efsaneye inanan birçok insan da gemiyi aramaya koyulmuş. Günümüzde de dağ tırmanışı yapanların birçoğu bu efsaneyi kendilerine rehber alarak yola çıkıyorlar.
4 mevsim tepelerinde kar bulunan dağın eteklerinde ise Ağrı Dağı Milli Parkı yer alıyor. Yeşilin ve mavinin buluştuğu alanda kartpostaldan fırlamış bir manzaraya sahip.
Ağrı Dağı Milli Parkı pek çok su altı canlısına da ev sahipliği yapıyor. Ülkemizin doğal güzelliklerle bezeli coğrafyasında çatı görevi üstlenen Ağrı Dağı’nı ziyaret edebilir. Farklılıkların bir aradaki uyumuna tanıklık edebilirsiniz.
Van Gölü, Van
Van Gölü veya yöresel adıyla Van Denizi, Tatvan ilçesi sınırları içerisinde bulunan Nemrut volkanik dağının patlaması sonucu oluşan kraterde biriken suların oluşturduğu varsayılan volkanik bir göldür. Çok sayıda koyu bulunan Van Gölü’nün yüzölçümü 3.713 km²’dir. Van Gölü hem tatlı su hem de deniz ekosistemlerinden farklı bir sucul ekosistemdir. Suları tuzlu ve sodalıdır. Göl suyu tuzluluk oranı %o19, pH’sı ise 9.8 dir. Göl su seviyesi iklime bağlı olarak yükselip, düşmektedir. Ancak ortalama olarak denizden yüksekliği 1646 metredir. Gölün ortalama derinliği 171 m, en derin yeri ise, 451 metredir. Gölün doğu bölümünde dört ada vardır. Bunlar; Akdamar, Çarpanak, Adır ve Kuş adalarıdır. Adalar tarihi ve turistik özelliğe sahiptir ve 1990 yılında Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmişlerdir.
Van Gölü dünyanın en büyük sodalı gölüdür ayrıca Türkiye’de bulunan en büyük göldür. Gölün tuzlu-sodalı suları, biyolojik çeşitliliği sınırlamaktadır. Gölde bilinen 103 tür fitoplankton, 36 tür zooplankton ve tek bir tür balık inci kefalı, (Chalcalburnus tarichi) yaşamaktadır. Göl etrafı karadan 430 km.dir. Yöre halkına göre gölde bir canavar yaşamaktadır. Söylentiyi çıkaranların amaçlarının bölgeye turist çekmek olduğu söylense de, söylentileri araştırmak amacıyla bölgede pek çok bilimsel araştırma ekibi çalışmalar yapmıştır. İstanbul-Tahran demiryolu hatlarını da bağlamaktadır. Türkiye ve İran’a bağlanan demir yolu 1970 lerde yapılmıştır.
Muradiye Şelalesi, Van
Van’ın Muradiye ilçesinde, Bend-i Mahi üzerinde konumlanan Muradiye Şelalesi adını, Osmanlı Sultanı IV. Murat’tan almış. 50 metre yükseklikten sökülen şelale, dört mevsim kartpostallık manzaraya sahip oluyor.
Bend-i Mahi çayının yüksek debisi de Muradiye Şelalesi’nin heybetli bir görünüm kazanmasına yardımcı oluyor. Yalnızca şelale olarak bakıldığında dahi insanı büyülese de Muradiye Şelalesi’nin çevresi de görülmeye değer.
İlkbaharda filizlenen çiçekler insanı yeniden doğuşu hatırlatırken, sonbaharda dökülen yapraklar ve kahverengiye çalan bitki örtüsü insanı tatlı bir hüzün dalgasına savurur.
Kışın da şelalenin suyu donar ve buzdan kristaller enfes bir görüntü yaratır. Muradiye Şelalesi’ni dinlemek dahi insana huzur verirken, gördüklerinizle birleştiğinde nasıl bir duyguya sahip olacağınızı siz düşünün.
Tortum Şelalesi, Erzurum
Şelalenin ve çevresinin deniz seviyesinden yüksekliği yaklaşık 1000 metredir. 1700’lü yıllarda Kemerlidağ’dan ayrılan büyük heyelan kütlesinin Tortum Çay’ının aktığı Tev Vadisini kapatmasıyla oluşmuştur. Tortum Şelalesinin sularının düştüğü yerde dev bir kazan oluşturmuştur. Günümüzde su sporlarının yapılabileceği doğal bir ortam oluşmuştur.
Yılın her dönemi farklı bir güzelliğe bürünen Tortum Şelalesi, doğa tutkunlarına kendini hayran bırakan eşsiz bir güzellik sunar. Şelale, özellikle mayıs ve haziran aylarında bütün görkemiyle kendini gösterirken hazirandan sonra su miktarında azalma olmaktadır. Düşen su seviyesi de Tortum Şelalesi’ne farklı bir güzellik katmaktadır. Şelale ve çevresi, aynı zamanda Erzurum’un önemli mesire alanlarından biridir. Tortum Şelalesi’ne 1952-1960 yılları arasında hidroelektrik santrali yapılmış ve Türkiye’nin elektrik arzına katkıda bulunmaya başlamıştır. Uzundere ilçesinde bulunan bu doğa harikası, Erzurum ilinin 100 km kuzeyinde, Uzundere ilçesine 16 km mesafede ve Tortum Gölü’nün kuzey kenarında yer almaktadır.