Memleket Hikayeleri – Refik Halit Karay Eser Özeti

Karatay

Sizlere bu yazımızda Memleket Hikayeleri – Refik Halit Karay eser özeti hakkında bilgi vereceğiz. Eserin özeti, konusu, ana karakterleri hakkında merak ettiğiniz bir çok sorunun cevabını yazımızda bulabilirsiniz…

 Memleket Hikayeleri – Refik Halit Karay

ROMANIN KONUSU:

İnsanların Anadoludaki yaşamları dile getirilmiştir. Anadolu’nun nasıl değiştiği, çağın manzarası, psikolojisi, mantığı, iç ve dış varlığı aktarılmıştır. Kitap 18 hikayeden oluşmaktadır ve her hikaye birbirinden bağımsızdır. Aşağıda bu kitap içerisindeki hikayelerden “Yatık Emine” adlı hikaye ele alınmıştır.

ROMANIN ANA KARAKTERLERİ:

Yatık Emine: Ankara’da fahişelik yapmaktadır, hayatını ona göre kazanmaktadır, her söyleneni kabullenmektedir.

Sabri: Rütbesi teğmen olup, işinde acemidir.Merhametli gibi görünmektedir;aslında acımasızdır ve Yatık Emine’nin gözlerine tutkundur.

Gürcü Server: Hastanede görev yapmaktadır ve Yatık Emine’ye kısa bir süreliğine yardım etmiştir.

ÖZET:

ŞEFTALİ BAHÇELERİ: Bir yaz günü, Akdeniz kıyılarındaki bir kasabanın tabiatı tasvir edilir. Bu küçük Anadolu kasabasında, iklim çok yumuşak geçmekte, yaz günlerinde ise her yeri şeftali kokuları sarmaktadır. Akşam üzerleri, çoğu kasabaya yerleşmiş memurlar deniz kıyısına eğlenmeye giderler. İçkiler, türlü eğlenceler, yiyecekler, çalgılar bu akşamların vazgeçilmez alışkanlıkları olmuştur. Burası Anadolu’nun Sadabadıdır. Sazlar çalınır, gazeller okunur, her türlü keyif düşkünlüğü kol gezer. Bu kasabaya tayini çıkan memurlar buranın zevk ve sefasına alışmakta, buraya yerleşerek havuzlu, kameriyeli evler yaptırmaktadırlar. Devrin İstanbul’da hoş görmediği eğlenceler, burada, rahatlıkla yapılmaktadır. Memurlar, resmi işleri tamamıyla boşlamıştır.
Bu kasabaya yeni bir yazı işleri müdürü tayin edilir. Adı Agâh olan yeni yazı işleri müdürü, kasabaya geldiği ilk gün dairede ikindi vakti kimsenin olmamasına çok şaşırır. Öğle vakti, dairedeki herkes şakalar yaparak şen şakrak sahile inmektedir. Agâh Bey bütün bunlara çok şaşırır. Kendisi idealist bir kişidir. Mülkiyeden çıktıktan sonra Avrupa’ya kaçmış, İstanbul’a gelince 4 ay boyunca nezarete alınmış, daha sonra da Anadolu’ya bu işe atanmıştır. Bu memuriyetle kendini göstermeye, bu köyü düzeltmeye karar vermiştir. Sürekli çalışacaktır. Fakat kasabadaki herkes aksine tembel, miskin ve eğlence düşkünüdür. Mutasarrıf ona ilk gün, rahatına bakmasını söylemiştir. Evkaf Memuru daha da ileri giderek, eğlenmesi için tüm imkânları önüne sürebileceğini ima etmiştir. Önceleri bütün bu tekliflere direnmiş, köyde tek başına kalmasına rağmen eğlencelere katılmamıştır. Sıkıntıdan boğulmakta, dairede kimse olmadığı için çalışamamaktadır. Hiçbir idealini gerçekleştiremeyeceğini anlamaya başlar.
Bir gün, muhasebeci dayatır, illaki şeftali bahçelerine gelmesini ister. İkindiüzeri, bir merkebe binerler; İğde, böğürtlen, şeftali ağaçları ile süslü, su sesleri içindeki bahçelere giderler. Sürekli yiyip içerler. Çok eğlenirler. Ertesi günü çok yorgun olduğu için Agâh Bey işe girmez. Fakat daha sonraki saatlerde yine şeftali bahçelerine gider, eğlenir, havuzda yüzer. Agâh Bey, artık tüm eğlencelere katılmaktadır. Diğer memurlar gibi o da bir merkep almıştır, sahile daha kolay inmek için. Agâh Bey artık hiç çalışmak istememekte, eğlencelerden daireye gidecek vakit bulamaktadır. Kasabaya geldiği ilk günkü yalnızlığını, çalışma aşkını düşündükçe kendine gülmekte ve ‘Toyluk işte.’ demektedir.

BOZ EŞEK: Irmaktan su taşıyan çocuklar, dağ yolunda yere yatmış bir ihtiyar ve yanında dolaşan boz bir eşek görürler. Çocuklar köye giderek Hüsmen Hoca’ya durumu haber verirler. Akşam olmaktadır. Hüsmen Hoca ile birkaç köylü ihtiyarı aramaya giderler. Yaşlı adam, sık sık solumakta, göğsünü göstermektedir. Ancak hırıltıyla konuşabilen ihtiyarın ölmek üzere olduğunu düşünürler. Fakat yaşlı adam gittikçe canlanır. Çocuk bakışlarıyla bakan yaşlı adamı ve eşeğini köye götürürler. Köyde, Hüsmen, herkese misafirlerinin olduğunu duyurur. Hava iyice kararmıştır. Köy, en yakın kasabaya iki gün u-zaklıkta olduğu için köye yabancı biri çok nadir gelmektedir. Ancak bir vilayetten diğerine geçen arabasız yolcular bazen bu köye uğramaktadır. Bu gelenler de bu fakir köyde el üstünde tutulmaktadır.
Yaşlı adam biraz rahatlar. Göğsünün böyle arada bir, olmadık yerde tuttuğunu anlatır. İhtiyara süt getirirler. İhtiyar içerken öksürerek konuşabilmektedir. Hasta, yaşlı adam bir ara çevresindekileri yanına çağırır ve onlara bir şeyler söyledikten sonra ruhunu teslim eder. Yaşlı yolcunun son isteği, eşeği ve kemerinde dizili sekiz altının Mekke’ye vakfedilmesidir.
Köylüler, cenazeyi defnettikten sonra kara kara düşünmeye başlarlar. Vasiyeti yerine getirmeleri gerekmektedir. Kadıya danışmaya karar verilir. Hafta içinde Hüsmen, eşeği yanına alıp kasabaya gidecektir. Bu arada, eşeği bir emanet o-larak gören köylüler ona bir sürü yem verirler, hiçbir iş yüklemezler. Yüksüz bir şekilde boz eşek ile Hüsmen Hoca kasabaya gitmek üzere yola çıkar. Çok zor bir yolculuktan sonra kasabaya varan Hüsmen Hoca, önce jandarma çavuşuna gider, durumu anlatır. Jandarma çavuşu onu dinlemez bile, nargilesini höpürdetmekte, keyif yapmaktadır. Kadı zaten kasabada yoktur. Kaymakama giden Hüsmen, aynı muameleyle karşılaşır, iş, kadıya iki hafta sonraya ertelenir. Hüsmen, eli boş bir şekilde, durumunu bile anlatamadan çok zor şartlarda köyüne geri döner. Köylü, bu süre zarfında eşeğe misafir gibi bakar, kutsallık atfeder ona. Bu arada, eşek iyice beslenmektedir.
İkinci kez kasabaya gittiğinde kadının gelmediğini öğrenen Hüsmen Hoca acele ettiği için bir de azar işitir. Üçüncü seferde de şahit götürmediği için geri döner. Bu arada Hüsmen Hoca, bu geliş gidişlerle çok yıpranır, parası azalır. Böyle bir buçuk ay geçer.
Bir kasabadan dönüş esnasında Hüsmen’in yanında boz eşek yoktur. Kadı, Mekke’ye ulaştırılacağını söyleyerek alıkoymuştur. Bütün köylüler çok rahatlar, vasiyeti yerine getirmekten mutludurlar.
Olayın yılında, kasabaya pirinç satmaya giden Hüsmen Hoca, Pazar yerinin ortasında kadıyı (Lakabı Kabak Kadıdır.) boz eşeğin üzerinde görünce hayret ve ıstırap içinde kalakalır.

GARİP BİR HEDİYE: Feridun iki saattir çarşıdaki kuyumcu dükkânları önünde dolaşmakta, hiçbirine girmeye cesaret edememektedir. Uzun zamandır her şeyini satmış, satabileceği yalnızca bir tıraş fırçası kalmıştır. İşlemeli, fildişi saplı fırçanın değeri olup olmadığını bilmemektedir. Ona bu fırçayı hediye eden Yahudi çok değerli olduğunu, bir gün işine yarayacağını söylemiştir. Feridun bu sözlere pek itibar etmemekte, Yahudinin onunla alay ettiğini düşünmektedir.
Feridun, bu çaresizlik içinde ağlayarak evine gitmek ister. Aylardan beri çektiği sıkıntılar, dertler içinde ölümü bir kurtuluş gibi görmektedir. Fakat yine de şansını denemeye karar verir ve bir kuyumcu dükkânına girer. Ürkekçe fırçanın değerli olup olmadığını sorar. Kuyumcu, ‘Beş para etmez!’ diye geri verir. Oysa, Feridun bu fırçayı hediye eden Yahudi için canını tehlikeye atmıştır. On yıl önce, güvertede bir Yahudi eşyalarını istif etmektedir. Tam o sırada demir kancadan kurtulan iri bir denk tam başına inecekken Feridun, hemen fırlayarak Yahudiyi ölümden kurtarmıştır. Yahudi kendine geldikten sonra ona elindeki tıraş fırçalarından birini vererek çok değerli olduğunu söylemiştir. Feridun, bu sözlere hiç kıymet vermemiş, fırçayı kullanmıştır. Fakat zamanla savaştan sonra yarı sakat, işsiz, beş parasız kalınca İstanbul’a dönmüş, her şeyini satmak zorunda kalmış, bir gün Yahudi’nin bu sözünü hatırlayarak ümitlenmiştir. Fakat ümitleri boşa çıkmıştır. ^
Ahırkapı feneri arkalarına düşen yoksul mahalledeki karanlık ve bakımsız evlerine doğru annesinin yanına gider. Annesine durumu anlatır. Camdan İstanbul’daki zengin semtlere bakarken sinirlenen Feridun elindeki tıraş fırçasını sokağa fırlatır. İçinden Yahudi’ye kızmaktadır. Fakat, garip bir şey olur. Sokakta parçalanan fırça parlamaya başlar. Koşarak dışarı çıkan Feridun gözlerine inanamaz; çünkü fırçanın içinden iki elmas parçası çıkmıştır.
Sabah olunca tekrar kuyumcuya gider, elmasları gösterir. Kuyumcu, taşların çok değerli olduğunu söyler. Meğer, Yahudi gümrükten mal kaçırmak için adi bir fırçanın içine çok değerli iki pırlanta koymuştur.

YATIK EMİNE: Yatık Emine Ankara’da eşleri birbirinden ayırmış, neredeyse bütün memleketi birbirine düşürmüş bir hayat kadınıdır.Emine,kaymakamlık tarafından Ankara’ya iki gün uzaklıkta,kışları soğuk,yazları ise susuz ve dayanılmaz sıcak olan,çok ahlâklı bir kasabaya gönderilir.Amaç;Emine’nin oradaki insanları örnek alarak huylarını değiştirip,iyi huylu biri olmasıdır.
Emine’ her yerden sürülerek bu kasabaya gönderilince herkes onu ters bir insan,bazen İstanbul sokaklarında rastladıkları;sigarası parmaklrında,allıkları yüzünde,peçesi açık,dişleri çürük,yürüyüşü kıvrımlı,tıknaz ve hazırcevap biri olarak düşünür.Fakat Emine tam tersine çok sakin,kaymakam tarafından sorulan sorulara bile korkarak cevap veren biridir.Kapkara çok güzel gözleri olan Emine’ye çoğu erkek ister istemez kendini kaptırır.
Edindiği dostu Server’in Emine’ye aldığı giysileri,evindeki eşyaları bir gün Emine yokken mahallenin kadınları evine girip alırlar.Ama kimse Emine’yi dinlemez.Bu yüzden açıkta kalır.Emine’ye yardım eden adamlar da birbirlerini kıskandıkları için anlaşmazlıklar çıkar.Bu yüzden Emine aç kalır.Bir akşam kötü amaçlarla Emine’nin evine giden adamlar Emine’yi donarak ölmüş olarak bulurlar.

KOCA ÖKÜZ: Hacı Mustafa ağa her sene pazardan öküz alır.Ekini kaldırır,döveni döndürür,malı ambara taşır,öküzü iyice kullandıktan sonra güze doğru pazara götürüp aldığı paraya satar.Böylece karın tokluğuna yaşar.Mustafa jandarmalık yapmış,Hicaz’a gidip hacı olmuş,gözü açık ve hileci bir adamdır.Memurlarla ve işinin düşeceği adamlarla senlibenli konuşur,odalarına uğradıkça ikram görür.Arasıra Mustafa da onlara hediyeler verir.
Bu sefer aldığı öküz tembeldir.Fakat bundan Mustafa’nın haberi yoktur.Öküz ahıra gidince bir yatar bir daha kimse onu yerinden kaldıramaz.Mustafa,oğlu,yanaşm ası ve birkaç kişi daha iple çekerler fakat hayvanı kıpırdatamazlar bile.Gerektiğinde döverler ama hayvan banamısın demez…
Bir gün Hacı Mustafa Kasap Cavga Rıza’ya gider.O’na iyi beslenmiş bir öküzü aldığı paraya satabileceğini söyler.Bütün sorumluluğu üstünden atar,kasabın kendisinin gelip öküzü almasını,öküzün hiçbir şekilde kıpırdamadığını söyler.Kasap bunu kabul eder fakat iki mecidiye eksiğe alacağını söyler.Mustafa kabul eder.Kasap öküzü almaya geldiğinde azıcık bir dürtmeyle öküzü kaldırır.Bunun üzerine Mustafa küplere biner.Sebepsiz yere yanaşmasına tokat atar.O sinirlerini yatıştırmaya çalışırken tellâl tüm kasabaya kasabın dükkânında öküz kesileceğinei,isteyenlerin gelmesini duyurur.

VEHBİ EFENDİNİN KUŞKUSU: Vehbi Efendi Düyunu Umumiye idaresinde kantar kâtibidir.Hehbi Efendi kendi halinde,sakin biridir.Ürkek,bön ve durgun bir adamdır.Soru sorulmadıkça kendiliğinden konuştuğu görülmez.Bütün günlerini evi ve kalem arasında pürüzsüz,değişiksiz bir makara gibi sarmak,tüketmek onu memnun eder.
Dört kuruş maaşına imrenerek kısmetler tâ ayağına kadar geldiği halde evlenmemiş,kadın nedir bilmez Vehbi Efendi.Oturduğu bina tahta bir kapı çekilerek ikiye bölünmüştür.Evinin diğer yarısında bir kadın,iki de kızı oturur.Kızların biri küçük biri de gelinlik yaşındadır.Büyük kız Vehbi Efendi’ye hep cilveler yapar ve onu ayartmaya çalışır.Bir gece Vehbi Efendi dayanamayıp kapıyı çıkarıp kızn yanına gider fakat korkusundan hemen geri döner ve kapıyı da yerine takar.
Bir gün muhtar Vehbi Efendi’nin yanına gelir ve yan komşusu kızla evlenmek zorunda olduğunu çünkü kızı gebe bıraktığını söyler.Vehbi Efendi böyle birşey olmadığını savunsa da muhtar,kapının çivilerinin yamuk olduğunu ve benzeri örnekler göstererek adamcağızı ikna eder.Kız ve Vehbi Efendi evlenir,dokuz ay sonra da çocukları olur.Bir gün Vehbi Efendi kahvenin önünden geçerken mahallenin en çapkın erkeği,Vehbi Efendi’ye çocuğu nasıl yutturduklarını bağırır.

SARI BAL: Sarı Bal bir çengidir.Eğlenmek isteyenler Sarı Bal’ın evine gider ve rakısını yudumlayarak Sarı Bal’ı izler.
Bir gün Sarı Bal’ın kapısı çalar.Önce kapıyı açmak istemez ama kapıyı çalanın Hilmi Ağa olduğunu öğrenince kapıyı açmak zorunda kalır.Hilmi Ağa o kasabada herkese lâfını dinletir.Sarı Bal Hilmi Ağa ve yanındakilerieğlendirir,sürekl i rakı verir.Kasabaya yeni dgelen polis müdürü katı olduğundan bu şekilde eğlenmeyi yasaklamıştır.O yüzden Sarı Bal’ın evinin önünde sürekli devriye gezdirir.Fakat o gün kar yağdığından nöbetçiler ortalıkta olmaz diyendüşünüp gelir Hilmi Ağa ve arkadaşları.Fakat yanılırlar.
Biraz sonra kapı çalar ve polis içeri girer.Herkesi toplar.Evde iki tane yatak vardır.Bir tanesinde iki çıkıntı bir tanesinde ise bir çıkıntı bulunmaktadır.Polis,Sarı Bal’ın iki tane çocuğu olduğunu bilir faka t üçüncü kişinin kim olduğunu tahmin edemez.Örtüyü açar.Örtünün altından çıkan kişi amirine ne diyeceğini bilemez.

ŞAKA: Şakir Efendi,Servet Efendi ve Nedim Bey, deniz kenarında bulunan bir kasabada yaşayan samimi üç arkadaştır.Bu üç arkadaş işleri bittikten sonra hep balık pazarına giderler.Havası,suyu,yemeği istekler uyandıran bu memlekette kadınsızlıktan yakınırlar.Her akşam gezdikten sonra içmeye giden bu arkadaşlar yine içmeye giderler.Geçtikleri sokakta birden Servet Efendi karşıdan gelen iri uzun,ince yapılı kızı göstererek beğendiğini söyler.Arkadaşları da o kızın adının Despina olduğunu söylerler.
Gazinoya varırlar ve bir güzel sarhoş olurlar.Daha sonra gazinodan çıkarlar ve yürüyerek kumsala giderler.Kumsalda,karanlıkta gevrek bir kadın gülüşü ve sularda çıpınma sesi duyarlar.Servet Efendi birden soyunmaya başlar.Arkadaşları naptığını sorduklarında o sesin Despina’nın sesi olduğunu iddia eder ve poposuna çimdik atmaya gideceğini söyler.Sonra da denize atlar.
Ertesi sabah Üzerine jandarma kaputu örtülü ıslak ceset ağlara dolanmış bulunur.

KÜS ÖMER: Zehra Ömerle bir hafta içinde evlenecektir.Ömer herkese benzeyen bir adam değildir.Önceleri arabacılık yapardı.Fakat bir keresinde Hüsmen’in atları kendisinin atlarını geçtiği için arabacılığı bırakmıştır.
Çocukluğunda güreşirken sırtı yere geldi diye alıp başını gitmiştir.Bunun üstüne bütün yaz kasabaya uğramamıştır.Bu yüzden de adı “Küs Ömer”e çıkmıştır.Şimdi tütün kaçakçılığı yapar.
Zehra ile evlenir.Zehra’nın elleriyle baktığı ve çok sevdiği kazları vardır.Bir gün Ömer sözünden çıkamadığı Eşref Ağa’nın ısrarıyla kaz dövüştürmeye karar verir. Dövüşün sonunda Ömer’in kazı yenilir.Ömer eve gelir ve kısrağını alır.Kısrağına atladığı gibi başını alır gider.

YATIR: Kasabalı,yenecek ve yakacak ne gerekliyse eylül ayı içinde hazırlar ve soğuk aylara kaygısız girer.Fakat kasabalının bir sıkıntısı vardır.Çünkü girdiği köyde bir çift hayvan bırakmayan veba,yöreyi eli böğründe bırakır.
İki sene için hamamı kiralayan İlistir Nuri hamamda yakmak için içinde Evliya yatır bulunan Maslak’taki ormana göz dikmiştir.Bir çare bulamadığı takdirde hamam ona tarlaları sattırıp İlistir’i batıracaktı.
İlistir bir gün ak sakallı,yeşil sarıklı,yarı ermiş bir köylü olan Abdi Hoca’ya rastlar.Abdi Hoca’yı,Kadri Şeyhi’nin rüyasında üç gündür bir ermiş,yatırlar,karanlık nemli yerlerden,en çok da çam kokusunda hoşlanmazlar diye gördüğünü anlatıp kandırır.Abdi Hoca da Kadri Şeyhi’ne görünen ermiş bana görünmüyor,şanım şöhretim elden gidiyor diye rüyayı doğrular.Bundan sonra da Maslak Tepesi’nde sadece bir yatır kalır.

KOMŞU NAMUSU: Eyüp’de memur olan Şakir Efendi ile memur adayı Osman Efendi,Baki Efendi’nin karısının pencereye renkli mendiller asarak aşığına işaret verdiğini keşfetmiştir.Asılan mendil beyaz ise “Baki Efendi evde yok”,kırmızı ise “evde demek” olduğunu keşfetmiştirler.Her gün bunu konuşurlar ve aralarında tartışırlar.
Bir gün Osman Efendi’yle Şakir Efendi,Baki Efendi’yi iki tek atmak için akşam yemeğine davet ederler.Yemekte konuyu karısının eve adam aldığına getirirler.Sonra Baki Efendi’nin evinin karşısında oturan Şakir Efendi’nin evine giderler.Geç saate kadar beklerler.Karısının eve bir adam aldığını görürler.Şakir Efendi hemen eve gider.
Ertesi gün Şakir Efendi merakla neler olup bittiğini sorar Baki Efendi’ye.Baki Efendi,evine giren adamın doktor olduğunu ve karısının sanclandığını anlatır.Şakir Efendi de neye uğradığını şaşar.

YILDA BİR: Köyden hayli uzakta bir su değirmeni çalıştırıcısı olan Değirmen Bekir,kadın özlemiyle kıvranıp durur.Her günü can sıkıntısı içinde geçer.Tek isteği bir kadına sahip olmaktır..
Bir gün değirmenin yakınlarında konaklayan göçebelerden genç kız Elif un öğütmeye gelir ve birlikte olurlar.Göçebeler yine göçer giderler.Bekir bir dahaki yılı bekler. Göçmenler geri döndüğünde Elif yine değirmende un öğütmeye gelir.Bu defa Elif’in vücudunda kapanmış yara izleri vardır.Bekir bunları görünce çok şaşırır.
Ertesi yıl Bekir aynı yerde konaklayan göçebe çadırlarına sokulur ve Elif’i arar fakat Elif’i bulamaz.Oradaki göçmenlere sorduğunda Elif’in gelmediğini öğrenir. Neden gelmediğini sorduğunda aldığı cevap Bekir’i yıkmıştır.Öğrendiğine göre Elif daha çok kötülemiştir.Yani kötü yola düşmüştür ve başını bir sürü belaya sokmuştur. Bekir ne kadar üzülmüş olsa da eli kolu bağlı oturur çünkü elinden hiç bir şey gelmez.

SUS PAYI: Bursa’da ipek fabrikasında insanlar günde on dört saat kaynarsular başında,pis kokular,hasta nefesler emerek zehirlenirler,hayatlarının baharlarında,daha tazecikken,bu sağlıksız koşullar yüzünden ölürler.Fabrikada işçi başı olarak çalışan Hasip Efendi’nin sevgilisi Fotika da bu fabrikada körpeliğini ve sağlığını kaybetmiştir.
Fotika da bu sağlıksız koşullara dayanamaz ve malesef hayatını kaybeder.Gencecik yaşında,hayatının en güzel çağında hayatını kaybetmesi tabii ki herkesi üzer. Fotika’nın cenazesinde,papaz,Avrupa’daki fabrikalarda nasıl çalışıldığını,çalışma saatlerini,ücretlerini,bütün bu yoldaki kanunları,kavgaları,isyanları tüm ayrıntılarıyla açıklar..
Ertesi gün Hasip Efendi,fabrika sahibi Hidayet Bey’e papazdan öğrendiklerini anlatır.Hidayet Bey,fabrikasının ustasız kalacağını ve bu fikirlerden dolayı kovulan adamlardan çekinimesi gerektiğini düşünür.Hasip Efendi bu bilgileri patronuna söylediği için patronundan zam alır.Hidayet Bey de bu konuları göz önünde bulundurarak gerekli önlemleri alır ve bundan sonra da işini düzgün yönetmeye gayret eder.

KUVVETE KARŞI: Amerikan Elçiliği hizmet vapuruna bağlı gemicidirler onlar.Ceplerinde İngiliz Liraları,Kolluk Kuvvetlerinin onlara tanıdığı hürriyetten dolayı şımarık,bayağı davranışlar sergilerler onlar.
Suphi,sevgilisi İzmaro ile tiyatroya bilet alır.Akşam dokuzda tiyatroda Amerikalı Gemiciler de vardır.Gürültücü,saygısız,şama tacı davranıp çevredekileri ederler. Suphi de herkes gibi bu adamları tokatlama isteği duyar ama kuvvetlere karşı bükülen eller,ezilme korkusu içinde onu hareketsiz bırakır.
Tiyatro’dan sonra İzmaro ile birahaneye giderler ama kapı yıkılır gibi açılır.Denizciler oraya da gelmiştirler.Ne yazık ki sadece Suphilerin masası boştur ve oraya otururlar.O kadar sarhoşturlar ki Suphi’nin fesini başlarına geçirip onu taltid ederler ve Suphi hiçbir şey yapamaz.Eve geldiklerinde kendini dilsizm ölü eden kuvvete karşı gazap duyar.O hışımla evden çıkar.Gemicileri bulur.Birine hızlıca bir yumruk indirir fakat onlar kalabalıktır.Keskin bir şeyin beyninin üzerinden geçtiğini anlar gibi olurken yüzüstü çamura düşer kalır.

CER HOCASI: Cer Hocası eskiden mülkiye mezunudur.Torpil sayesinde Milli Eğitim Bakanlığında bir memuriyet bulur lakin meşrutiyet ilan edilince açığa alınır.Saraya bağlı olmakla suçlanınca kimsesi de olmayınca Asım on günde serseri halini alır.
Paraya muhtaç kirli bir handa yaşayan müezzin olan Osman,Ahmet ve Feyzi’nin yanına gider,hemşehrileri iki gün sonra Cer’re çıkarlar.Beş on mecidiye toplayabilmek için köylere çıkarlar.Buralarda vaaz ederler,Kur-an okurlar,namaz kıldırırlar,imam efendiye ve köylüye hizmet ederler.Bunlardan kazandıkları parayla karınlarını doyururlar. Osman da onlarla gitmeye karar verir.Cer Mollası olmaya karar verir ve yollara düşerler.Yolda Asım hastalanır ve rastladıkları bir köyde imamın evinde kalmaya mecbur olur.İmam,Asım iyileşince hemen gitmesini ister.Asım iyileşince yola koyulur.
İleride başka bir köyde çember sakallı biri vaaz verip,namaz kıldırmasını ister.Asım kabul eder. Bir zaman sonra Asım’ı imamlığa atamışlardır.Bir gece imamın küçük oğlu Asım’ı kahveden çağırır ve babasına götürür.İmam,Asım’A çok hasta olduğunu,altı çocuğu ve iki karısı olduğunu,eğer buradan gitmezse açlıktan öleceklerini söyler.Meğer Asım’ı bu hasta imamın yerine atamışlardır.Sabah erkenden Asım cübbesini giyer ve İstanbul’a doğru yola çıkar.

BİR SALDIRI: Hayrullah Efendi,yağmurlu bir kış günü akşam vakti vapurdan inen dört yolcudan biridir.Her akşamki gibi bayırına tek başına tırmanmaya başlar.Ama birden alnına bir demirin dayandığını hisseder.Boğuk bir ses,cüzdanını vermesini emreder.
Hayrullah Efendi,içi para dolu cüzdanını uzatır.Adam cüzdanı bakar,içinde;bir sürü yüzlük,beşlik bulunan cüzdandan bir tane beşlik alır.Cüzdanı geri uzatır ve koşarak uzaklaşır.Hayrullah Efendi ağzına kadar para dolu olan cüzdanından sadece bir beşlik alan bu adamı merak eder ve takip etmeye başlar.Adam takip edildiğinin farkında olmadan bir dükkâna girer.Koca somun bir ekmek alır hemen bir parçasını ağzına atar,peynir,zeytin alarak dükkândan çıkar.Hayrullah Efendi öğrenir ki bu adam hırsız değil,namuslu aç bir admdır.Çünkü mütareke yıllarında bulunmaktadırlar.Yedek subaylar ne maaş alabilirlerdi ne iş bulabilirlerdi.Yıllarca yaşadıkları hudutlardan eve dönünce açlık ve yoksulluktan kurtulamazlar.Demin gırtlağına sarılan adam kendisi burada kârına bakıp işine sarıldığı yıllarda;o işi rahatça yapılabilmesi için göğsünü tâ uzaklarda savaş meydanlarında siper yapmıştır.Zorla aldığı para bir pay,hattâ hak idir.
Hayrullah Efendi ertesi gün bir kayık erzak hazırlatır ve adamın evine gönderir.

AYŞE’NİN YAZGISI: Ayşe annesiyle birlikte “Abdi’nin Köşkü” denilen yıkık,korkunç,yalnız,uzak bir evde bekçi gibi oturmaktadırlar.Ayşe bir gün evde yalnızken çamaşır yıkar.Etraf o kadar sessizdir kibir nefes bile duyulmamaktadır.Birden yağmur boşanır.Ayşe bir yere vuruluyor gibi bir ses duyar,pencereye koşar ve bir erkek görür,yanında da bir köpek vardır.Birden Abdi’nin oğlu olduğunu anlar.
Ali Bey içeri girer.Ayşe’den etkilenmiştir.Şehvetle ona doğru yaklaşırken mutfağın bir köşesinden dışarı sızan pis sularda ayağı kayıp düşer.Düşerken de başı ocağın taşına çarpar,orada ölür.Ayşe korkudan ne yapacağını bilemez.Gözünün önüne kalabalık bir halk,askerler gelir.Hemen kararını verir.Dışardaki köpeği de içeri alır,başını maşrapayla ezer.İkisini de ahıra götürüp gömer.Üzerini ters ile düzeltir.
Bir ay sonra genç bir köylü Ayşe’nin evde yalnız olduğunu bildiği için bahçenin yıkık bir deliğinden içeri atlar.Ayşe ile mutfakta göz göze gelir.Ayşe onu da öldürmemek, o üzüntü ve acıyı bir daha çekmemek için kendini korumasız bırakır.

GARAZ: Nebile’nin babası savaş başlangıcında dükkânı için mal almaya İstanbul’a gider.Aylar geçer,geri dönmemektedir.Ama sonra bir gün Nebile ve annesiniİstanbul’a çağırır. Babası o kadar zengin olmuştur ki Nebile parayı nereye harcayacağını bilemez;en pahalısından çantalar,eşarplar,kürkler,tüll ü şapkalar,ne bulursa alır.Nebile anne ve babasını beğenmez olmuştur.Annesini azarlar,babasını adam yerine koymaz.İki defa da nişan bozar.
Beş yıl,bütün çılgınlıklarıyla,sonradan görmüşlüğün en kaba,zevksiz,gülünç sahneleriyle böyle sürer…Son zamanlarda Nebile,bir delikanlıya gönül verir;fakat nişanı bu sefer erkek tarafı bozar.Çünkü Hacı Ağa’nın yani Nebile’nin babasının işlerinin bozulduğunu duymuşlardır.
Nebile’nin kasabaya geri dönmesi sıkıntılı olur ve bütün heyecanlarının tükendiği bu genç kız,babasına büyük hudutsuz bir kin,bir garaz duyar.Küçük kasabasında memnun yaşarken İstanbul’un gösterişli hayatını tanıtan sonra da hepsini elinden alan bu babaya düşman kesilir.

Türk Edebiyatı Eser Özetleri

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 9 YORUM
  1. Ecrin dedi ki:

    Edebiyatçı kitabı iki günde okumamızı istedi gerçekten çok işime yaradı teşekkürler

    1. Ben dedi ki:

      Hangi okuldasın merak ettim bizim edebiyatçı da 2 gün içinde okuyun dedi

      1. Mustafa dedi ki:

        ben diyarbakır necip fazıl anadoludayım bizim edebıyatcıda konuşma sınavı için okuyun demişti

  2. rabia dedi ki:

    Allah razı olsun teşekkürler çok işime yaradı

  3. Mahmut dedi ki:

    Bu kadar basit sormayin ya

  4. Yaģmur dedi ki:

    Çok teşekkürler çok isime yaradı

  5. eymen dedi ki:

    GERÇEKTEN ÇOK TEŞEKKÜRLER

  6. Sude dedi ki:

    Hersey icin tesekurler cok isime yardi

  7. Abbas guclu dedi ki:

    Emeğiniz için teşekkürler

BİR YORUM YAZIN

Soru: 72 + 1 kaçtır?


Basari Sıralamaları