Psikolojinin Temel Süreçleri Konu Anlatımı
Merhaba arkadaşlar size bu yazımızda Psikoloji Konuları hakkında bilgi vereceğiz. Yazımızı okuyarak bilgi sahibi olabilirsiniz. Psikolojinin Temel Süreçleri Nedir? sorusunun cevabı aşağıda sizleri bekliyor…
Psikolojinin Temel Süreçleri
Davranışın Oluşum Süreci
nsan hayatındaki gözlenebilen, kaydedilebilen, ölçülebilen bütün etkinliklere davranış denildiğini daha önce belirtmiştik. İşte iç ve dış çevreden gelerek organizmada davranışa sebep olan her türlü durum, enerji değişikliği, olay ya da nesneye uyarıcı, uyarıcılara organizma tarafından verilen karşılığa tepki adı verilir.
Örneğin, müzik uyarıcısının organizmada “tempo tutma” tepkisini, soğuk uyarıcısının “üşüme” tepkisini ortaya çıkarması gibi.
Uyarıcıların geldiği dış çevre denilince akla insanların ve canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri, karşılıklı olarak etkileşimde bulundukları fiziki (iklim, tabiat şartları gibi); sosyal (aile, iş çevresi gibi); ekonomik ve kültürel ortam (gelir ve eğitim düzeyi gibi) gelmektedir.
Bu çevrelerden gelen ısı, ışık, ses, gürültü gibi fiziki uyarıcılar ile; başkalarının varlığı, ödül miktarı, reklamlar, dini ve kültürel semboller gibi sosyal uyarıcılar bireyin davranışlarını etkiler.
Davranışlar üzerinde dış çevreden gelen uyarıcıların etkisi olduğu kadar, iç çevre olarak ifade edebileceğimiz süreçlerin de organizmanın davranışları üzerinde etkisi vardır.
Bu süreçler şunlardır:
Bilişsel süreçler Algılama, hatırlama, dikkat, soyutlama, hayal etme, bellek gibi
Biyolojik süreçler Cinsiyet, sinir sisteminin ve beynin yapısı, genetik donanım gibi
Duyuşsal süreçler Acı, sevgi, saygı, korku, coşku, kıskançlık gibi
Psikolojik süreçler Güdülenme, içe kapanıklık, heyecan gibi
Uyarıcı Davranış ilişkisi
Bireyin bir davranışta bulunması ya da harekete geçmesi için bir uyarıcıya gerek vardır. Örneğin, aynı uyarıcının hep aynı tepkiye yol açtığı refleks türü davranışlarda uyarıcı ve tepkinin bilinmesi davranışların anlaşılması için yeterlidir.
Ancak insan biyolojik, psikolojik ve sosyal bir organizma olduğu için, gerek uyarıcıların algılanması ve gerekse bunlara karşı tepkilerin doğması oldukça karmaşık bir yapı içinde gerçekleşir.
Uyarıcılar farklılık gösterebileceği gibi tepkiler de farklılık gösterebilir. Örneğin, elini çekme fiziksel bir tepki iken öğretmenin sorduğu soru karşısında öğrencinin terlemesi, kızarması fizyolojik bir tepki; dinlediği şarkının etkisiyle gencin hayal kurması, üzülmesi ya da sevinmesi de psikolojik bir tepkidir.
Bu nedenle refleks türü davranışlarda U-T (uyarıcı –tepki) formülü yeterli iken, yukarda bahsedilen organizmaya ait süreçler ile uyarıcı ve tepkilerin çeşitliliği dikkate alındığında davranışları açıklamada U-T formülü yetersiz kalmakta, bu formülün U-O-T (uyarıcı-organizma-tepki) şeklinde ifade edilmesi gerekmektedir.
Davranışın Nörobiyolojik Temelleri
İnsan davranışı ve zihinsel işleyişi birçok açıdan, temelinde biyolojik süreçlere dair bilgiler olmaksızın anlaşılamaz.
Sinir sistemimiz, duyu organlarımız, kaslarımız ve salgı bezlerinden salgılanan hormonlar çevremizden haberdar olmamızı ve ona uyum göstermemizi sağlar.
Olayları algılamamız, duyu organlarımızın uyaranları nasıl aldığına ve bu duyulardan gelen bilgiyi beynin nasıl yorumladığına bağlıdır.
Ruhsal durum ve beden ilişkisi üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar zihnin bedeni, bedenin de zihni etkilediğini ortaya koymaktadır.
Bugün düşünme, bellek, zekâ gibi karmaşık konuların hem nörofizyolojinin hem de psikolojinin alanına girmesi, psikolojik olayların temelinde sinir sistemi yapılarının ve onların etkinliklerinin yattığını göstermektedir.
Psikolojik olayların biyolojik yanı hakkında daha ayrıntılı bir fikir sahibi olabilmek için duyum ve tepki mekanizmalarının çalışmasını sağlayan sinir sistemi ile beynin anatomisi ve fizyolojisi hakkında bilgi edinmek gerekir.
Sinir Sistemi
Davranış üzerinde, beynin işlevlerinin ve sinir sisteminin etkilerini inceleyen psikologlar nöropsikolog (sinir psikoloğu) olarak isimlendirilir.
Nörologlar, sinir sisteminin çalışması, hastalıkları ve tedavisi gibi konularda çalışmalar yaparken nöropsikologlar beynin ve işlevlerinin davranışlar üzerindeki etkileriyle ilgilenirler.
Bedendeki her türlü olaydan sorumlu olan, onları oluşturan ve denetleyen sistem sinir sistemidir. Sinir sistemi, duyum ve kas sistemlerini birbirine bağlar. Bedende çeşitli organlar arasında işbirliğini sağlar. Organizma ve çevresi arasındaki etkileşimi düzenler.
Sinir sistemini meydana getiren hücrelere nöron denir. Bütün sinir sistemi milyonlarca nörondan meydana gelir. Bir sinir hücresi, gövde ve gövdeye bağlı uzantılardan oluşur.
Bu uzantılardan biri olan dentritler, uyarı alıcı yapılardır. Aldıkları uyarıları sinir hücresinin gövdesine iletirler. Nöron hücresindeki diğer bir uzantı aksonlardır.
Aksonlar sinir hücresinin gövdesinde değerlendirilen uyarıları, sonlandıkları vücut hücresine iletir. Bir nöronun herhangi bir noktadan uyarılması (kaynayan çaydanlığa dokunmak gibi) nöronun yapısında geçici elektriksel ve kimyasal değişiklikler meydana getirir.
Bu değişikliklerin parmak ucundan beyinde ilgili bölgeye ulaşması saniyenin binde hatta milyonda biri kadar daha kısa zamanda gerçekleşir.
Beyinde uyarımın anlamlandırılması sonucunda (örneğin, sıcak olan çaydanlıktan elimizi çekme) davranış gerçekleşir. İnsanoğlu doğumunda maksimum sayıdaki nöron hücrelerinin tümüne sahiptir.
Çocuk doğduktan sonra sinir sisteminde yeni hücre oluşmaz. Buna karşılık var olan nöronlar gelişirler, birbirleriyle yeni bağlantılar kurarlar. Sinir sistemindeki bu gelişme, çocuğa daha karmaşık ve daha hatasız davranışlar yapabilme olanağı verir.
Sinir sistemi iki bölüme ayrılır:
Merkezi sinir sistemi
Beyin, beyincik, omurilik soğanı, hipotalamus ve omurilikten meydana gelir. Bunlardan beyin, görme, işitme, öğrenme, düşünme, duygulanma ve hareket etme gibi en karmaşık psikolojik eylemlerin merkezidir.
Beyin sapının uzantısı olan omurilikte hem beyinden kaslara, hem de duyu organlarından omuriliğe ve beyine mesaj götüren sinirler vardır. Vücudun çevresinde olup bitenleri omurilikten geçen nöronlar beyine iletir. Omurilik, refleks davranışların gerçekleşmesinde rol oynar.
Çevresel sinir sistemi
Duyu organlarından gelen uyarımları sinir merkezlerine; sinir merkezlerinden verilen emirleri kas ve bezlere ulaştırır. Çevresel sinir sistemi içinde yer alan otonom sinir sistemi; İç salgı bezlerinin, düz kasların ve kalbin işleyişinden sorumludur. Bu sistem sempatik ve parasempatik olmak üzere iki bölüme ayrılır.
Sempatik sistem genelde iç organların çalışmasını hızlandırıcı yönde, parasempatik sistem ise yavaşlatıcı yönde etkide bulunur. Bu sistemler birbirine zıt tepkiler vererek organizmanın faaliyetlerini etkilerler.
Örneğin, herhangi bir nedenle korkarak kaçmaya hazırlanan bir kişinin vücudunda sempatik sistem devreye girer. Göz bebeklerinin büyümesi, deride terleme olması, kandaki şeker miktarının artması, kan damarlarının genişlemesi, kalp atışının hızlanması gibi tepkiler görünür.
Kişi tehlike geçip rahatladığı zaman parasempatik sistem aynı organları ters yönde etkiler ve kişiyi normal dinlenme haline getirir.
Beyin: Sinir merkezinin en büyüğü beyindir. Beynin dış yüzeyi, beyin kabuğu (korteks) adı verilen ince bir tabakayla kaplıdır. Bu tabaka milyarlarca sinir hücresiyle doludur.
Beyin kabuğunun istemli davranış, dil, akıl yürütme, hayal etme, duyusal bilginin duygularla ilişkili olarak işlenmesi gibi işlevleri vardır. İki yarım küreden oluşan beyin dört loba ayrılmıştır. Beynin bu bölümleri davranışımızın belirli özelliklerini yönetir.
Beyin sapının yukarı kısmıyla ön beyin arasında yer alan limbik sistem, güdüsel ve duygusal davranışları düzenler. Yeme, içme, besin arama ve kendini korumaya yönelik yaşamsal davranışlar, limbik sistemin fonksiyonları arasındadır. Limbik sistemin içinde bulunan hipotalamusun insan vücudunda iç istikrarın sağlanmasında hayati bir önemi vardır.
Tüm duyulardan gelen bilgileri alarak öfke, üzüntü, korku gibi olumsuz duygulardan sorumlu olan amigdala bölgesi ise duygusal yüz ifadelerinin anlaşılmasında rol oynar. Amigdalası hasar gören hastalar duygusal yüz ifadelerini anlamakta zorluk çekmektedirler.
Beyin yarım kürelerinin bir arızaya uğraması zekâyı, belleği, düşünme ve istemli davranma yeteneğini yok edebilir. Tahrip edilen bölgelerle davranış arasında nasıl bir ilişki olduğu hakkında hayvanlar üzerinde yapılan bir deneyde beyin yarım küresi çıkartılmış bir güvercinin baktığı fakat görmediği, ağzına verilmezse önünde duran yemleri yemediği, fakat havaya atıldığı zaman uçtuğu görülmüştür.
Bellek ve zekâsını kaybeden böyle bir güvercin pek az bir süre yaşayabilir. Ameliyat sırasında beyin kabuğu hafif voltajla uyarılmış hastalar değişik yaşantılardan söz etmişler ve uzun zamandır hatırlamadıkları çocukluk hatıralarını dile getirmişlerdir.
Beynin yapısı yanında iç salgı bezleri tarafından salgılanan hormonların da davranışlar üzerinde etkisi vardır. Örneğin seratonin hormonu duygu-durum, iştah ve uykuyu düzenler. Düşük seratonin saldırgan davranışlara, dürtü kontrolünde azalmaya hatta intihar eğilimine sebep olur.
Tiroit bezinin salgısı olan tiroksin hormonu az salgılandığında uyuşukluk ve bitkinlik, çok salgılandığında ise heyecan, kaygı ve kararsızlığa yol açmaktadır.
Davranışların Oluşumunda Kalıtım Ve Çevre Faktörü
Canlılar dünyaya bir genetik yapıya sahip olarak gelirler. Bu genetik yapı canlının kalıtımsal özelliklerini oluşturur.
Psikoloji biliminde kalıtım yoluyla edinilen özelliklere “doğuştan donanım” denir.
Ancak bu doğuştan kelimesi, canlının kalıtımsal özelliklerin tümüne doğduğunda sahip olduğu anlamına gelmez. Bu özellikler olgunlaşma süreci içinde, yavru dünyaya geldikten çok sonra da ortaya çıkabilir. Örneğin, yürüme kalıtımsal yönü çok ağır basan bir özelliktir.
Ancak bebek yürümeye genelde bir yaşı civarında başlar. Bu davranışlar belirli bir gelişim döneminde ortaya çıkar. İnsanın, örneğin göz ve saç rengi, saçının düz veya kıvırcık olması genetik olarak belirlenir.
Ancak insan davranışlarında çevrenin yani “edinilmiş donanım”ın da rolü vardır. Bazı davranışlar ise hemen tümüyle çevresel etkiler altında belirlenir.
Not :Avare Filimi Davranışlarda, doğuştan donanım ve edinilmiş donanımın göreli durumlarını zekâ açısından ele alalım. Tek yumurta ikizleri aynı genetik yapıya sahiptir. Bu ikizlerin zekâları arasında %88 düzeyinde ilişki vardır.
Çift yumurta ikizleri iki ayrı spermle döllenmiş iki ayrı yumurtadan oluşur Zekânın benzerliği, çift yumurta ikizlerinde %63’e, ikiz olmayan kardeşlerde ise %51- 53’e düşmektedir.
Bu bulgular zekâda kalıtımın büyük rolü olduğunu, ancak çevrenin de rol oynadığını göstermektedir. Bunun en
güçlü kanıtı, ayrı büyütülen tek yumurta “ikizlerinin zekâları arasındaki benzerliğin %72’ye düşmesidir.
Yaşam Boyu Gelişim
Gelişim: Döllenmeden ölüme dek organizmanın büyüme, olgunlaşma ve öğrenmelerin etkisiyle oluşan, sürekli ve düzenli olan, bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal değişimlerdir. Gelişim yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Yaşam boyu gelişim anlayışı, doğum öncesi döllenme ile başlayan, yaşlılık ve ölüme yaklaşma ile ilgili süreçlerin yaşandığı dönemlerin de içinde yer aldığı anlayıştır. Çünkü gelişim psikolojisi sadece belirgin fiziksel gelişmelerin son bulması ile sınırlanamaz. Yaşlılık ve hayatın son dönemlerine ilişkin bilişsel ve davranışsal süreçler de gelişim psikolojisinin çalışma alanları içerisinde yer alır. O nedenle modern gelişim psikolojisi sadece hayatın ilk yıllarını değil, tüm yaşam sürecini kapsar
Büyüme: Gelişim büyüme ile karıştırılmamalıdır. Büyüme, vücudun sadece boy, kilo ve hacim olarak artması gibi fiziksel özellikler için kullanılırken gelişim psikolojik özellikleri de kapsayacak şekilde kullanılır. Örneğin, kişilerin vücutları büyür aynı zamanda gelişir; zihinleri gelişir ama büyümez. Büyümenin en hızlı olduğu dönem bebeklik ve ergenlik, insan hayatını en fazla etkilediği dönem ise ergenliktir.
Olgunlaşma: Vücut organlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu yerine getirebilecek düzeye gelmesi, göreve hazır olmasıdır. Büyüme niceliksel bir değişimken, olgunlaşma niteliksel (yeni özellik ve işlevler) bir değişimdir. Psikomotor davranışlar ile, dil ve zihin gelişiminde olgunlaşma önemli rol oynar.
Öğrenme: Gelişim için gerekli olan bir diğer faktör de öğrenmedir. Çevrenin davranış üzerinde uzun süreli değişikliklere neden olduğu temel sürece öğrenme denir. Öğrenmenin en etkili olduğu gelişim alanı duygusal ve sosyal gelişimdir. Duygularımızı nasıl ifade edeceğimizi, insanlarla nasıl ilişki kuracağımızı etkileyen tek etmen öğrenmedir.
Öğrenmede önemli olan çevre etkileşimi yeteri kadar sağlanmamış bir çocukta öğrenme de yeteri kadar olmayacak buna bağlı olarak da gelişimde sorunlar olacaktır. Yaşam boyu devam eden bu sürecin her döneminde yaşanması gereken gelişim görevleri bulunur.
Gelişim Görevleri: İnsanın bir gelişim evresinde gerçekleştirmesi beklenen büyüme, olgunlaşma düzeyi ve davranışlarıdır. Gelişim görevlerinin başarılması daha sonraki dönemlerde mutluluğa ve çevreye uyuma; başarılmaması ise kişide mutsuzluğa ve sorunlara yol açabilmektedir.
Gelişim Dönemleri
Gelişim görevi, kişinin içinde bulunduğu yaşam döneminde başarması gereken görevleri, kazanması gereken bazı özellikleri, geliştirmesi gereken davranışları ifade eder.
Bebeklik Dönemi (0-2 yaş):
Bağlanma,
Duyusal, motor ve algısal olgunlaşma,
Doğumu takiben fiziksel çevredeki,
değişikliklere uyum sağlama,
Tuvaletini söyleme, tutma becerisini kazanma,
Uyku düzeni olması,
Katı yiyecek yemeyi öğrenme,
Nesne devamlılığı.
İlk Çocukluk Dönemi (2-6 yaş):
*Konuşmayı ve yürümeyi öğrenme,
*El-göz uyumunu sağlamaya başlama,
*Kendi başına yemek yeme, giyinme, tuvaletini yapma (öz bakım becerisi),
*Cinsel farklılıklarını öğrenme ve cinsel kimliğini kazanmaya başlama,
*Okuma- yazmaya hazır duruma gelme,
*Toplumsal kurallara dair yanlış ve doğru davranışı ayırt etmeye ve toplumsal rolleri öğrenmeye başlama.
Son (ikinci) Çocukluk Dönemi – Okul Çağı (6-12 yaş):
*Okuma, yazma ve hesaplama ile ilgili üç temel beceriyi geliştirme,
*Kendine karşı olumlu tutumlar oluşturma,
*Kişiler arası ilişkilerini geliştirme, yaşıtlarıyla iyi geçinmeyi öğrenme,
Kendisi için model olan yetişkinleri örnek alarak cinsiyetine uygun rolü geliştirme,
*Sorumluluk almasına ve kendi kararlarını vermesine olanak sağlandığında kişisel bağımsızlığını kazanmaya başlama,
*Vicdan ve değer anlayışının gelişmesi,
*Gündelik yaşama uyum.
Ergenlik Dönemi(12-18 yaş):
*Bir yetişkin kadın veya erkek sosyal rolüne erişme,
*Yaşıtlarıyla (her iki cins) yeni ve olgun ilişkilere erişme,
*Bedenini kabul etme ve etkili bir şekilde kullanma,
*Anne baba gibi yetişkinlerden bağımsız olarak duygusal özerklik kazanma,
*Bir mesleğe doğru yönelme ve hazırlanma,
*Toplumsal görevlerini yerine getirebilme ve toplumsal sorumluluklar almaya istekli olma,
*Evliliğe ve aile kurmaya hazırlanma.
Genç Yetişkinlik Dönemi(18-30 yaş):
*Eş seçme, aile kurma, evli yaşamayı öğrenme,
*Çocuk büyütme,
*Bir işe girme,
*Kariyerinde ilerleme,
*Yakın ilişkiler kurabileceği arkadaşlar ve sosyal gruplar bulma,
*Vatandaşlık sorumluluklarını üstlenme.
Ev idare etme Yetişkinlik (30 -60 yaş):
*Toplumsal sorumluluğa erişme,
*Ekonomik standartlara ulaşma ,
*Çocukların sorumlu yetişkinler olmasına yardımcı olma,
*Fizyolojik değişimlere ayak uydurma.
Yaşlılık (60 yaş ve sonrası):
*Azalan fiziksel güce ve bozulan sağlığa uyum sağlama
*Emekliliğe ve azalan gelire uyum sağlama
*Eş kaybına uyum sağlama
*Yaş grubu ile yakınlık kurma
*Toplumsal ve vatandaşlık yükümlülüklerini yerine getirmiş olma
Doyurucu fiziksel yaşama düzeni oluşturma .
Duyum ve Özellikleri
İnsan biyo-psiko-sosyal bir varlıktır. İnsanın varkalımı ve uyumu çevresindeki (fiziksel ve sosyokültürel) olayları fark etmesine, değerlendirmesine ve uygun davranışları yapabilmesine bağlıdır. Bilişsel işlemlerin duyumsama, algılama,
dikkat odağına getirme, kısa süreli belleğe atma, uzun süreli belleğe atma aşamalarından geçtiğini biliyoruz. Duyum konusuyla ilgili terimler ve bunların tanımları şöyledir:
Duyu organı: Belirli uyarıcı türüne duyarlı olan, o uyarıcıya ilişkin fiziksel enerjiyi çözümleyen beden bölümü, örneğin göz.
Alıcılar: Duyu organlarında belirli uyarıcı türüne duyarlı olan birimler, örneğin gözde çubukçuk ve koniler.
Duyusal sistem: Duyu organlarıyla başlayan ve beyin kabuğuna kadar uzanan yol üzerindeki yapılar ve sinir liflerinden oluşan bütünlük, örneğin görsel sistem.
Duyum: Duyu organının uyarılması sonucu ortaya çıkan deneyim, örneğin görme.
Duyumsama: Duyum deneyimini sağlayan işlemler bütünü, örneğin görsel işlemleme.
Uyarılma Ve Davranış
Yetersiz Uyarılma
Yetersiz uyarılma, uyarıcıların duyum eşiğini geçememesi ya da uyarıcıların organizmayı normal şiddet ve sürenin altında etkilemesi durumudur. Uyarımın meydana gelmesi için uyarıcıların, duyum eşiğinin alt sınırını geçmesi gerekir. Eğer duyum eşiğini geçmezse uyarılma yetersiz olur ve duyum meydana gelmez.
Organizmanın belirli bir sürede alışık olduğu toplam uyarıcı miktarı azaldığı zaman da yetersiz uyarılma söz konusu olur. Yetersiz uyarılan organizma bu durumdan rahatsız olur ve uyarım arayışına girer. Bütün gün evde yalnız başına oturan bir insan, televizyonda kendisini hiç ilgilendirmeyen programlan bile izler.
Yetersiz uyarılma, uzun sürdüğünde organizma çevresine uyumda zorlanır. Algılama bozuklukları ortaya çıkar. Sanrılar (halüsinasyon) başlar ve davranış bozuklukları ortaya çıkar. Zihinsel işlevlerde gerileme görülür.
Aşırı Uyarılma
Aşırı uyarılma, uyarıcının şiddeti ve toplam uyarıcının miktarına bağlı olarak ortaya çıkar. İç ve dış uyarıcıların organizmayı normal şiddet ve sürenin üstünde etkilemesine aşırı uyarılma denir. Organizmanın normal
etkinlikte bulunması için gereken miktardan çok uyarım alması demektir.
Sürekli ve şiddetli uyarıcılar (kuvvetli bir ışık, yüksek ısı ya da gürültü, aşırı açlık, susuzluk ya da ağrılar vb.) aşırı uyarılmaya neden olur. Aşırı uyarılma organizmayı rahatsız eden bir durumdur. Organizmada önce
huzursuzluk ve gerginlik görülür. Bu durum devam ederse davranış bozuklukları ya da psikosomatik hastalıklar ortaya çıkar .Hatta organizmanın yaşamı tehlikeye girer.
Alışma Ve Duyarlılaşma
Alışma ve duyarsızlaşma, organizmanın uyumunu kolaylaştırır. Uyarıcıların sürekli ve şiddetli sunulması
sonucunda, duyu organlarının bu uyarıcıları bir müddet geçtikten sonra fark etmemeye başlamasına alışma denir.
Kolumuzdaki saati hissetmememizin, sabah sürdüğümüz parfümün kokusunu bir süre sonra duymayışımıza nedeni alışmadır. Duyarsızlaşma ise uyarıcılara gösterdiğimiz duygusal tepkinin azalması durumudur.
Nesne Algılama
Nesne algılanması kısmen öğrenmeye dayanır. Kişinin nesneleri isimlendirebilmesi ve bunların işlevlerini belirtebilmesi, kuşkusuz ki öğrenilir. Ancak öğrenmenin yanı sıra, uyarıcıların nesnelere örgütlenmesi şeklindeki
temel eğilim insanların duyu organları ve sinir sistemlerinin doğuştan gelen bir özelliğidir. Nesne algılanmasını içeren bu doğal yeteneğe ilişkin etkenler örgütleyici eğilimler olarak adlandırılmıştır.
Algısal Değişmezlikler
İnsanlar, tanıdıkları ve bildikleri nesneleri, kendilerine farklı görünmesine karşın eski normal halleri ile algılarlar. Çok uzağımızdan geçen bir kişinin retinadaki görüntüsü küçük olmasına karşın, biz onu normal boyutlarda algılarız. İşte daha önceden bildiğimiz nesnelerin farklı görünmelerine karşın bizim onları aynı şekilde algılayışımıza algıda değişmezlik adı verilir.
Şekil Değişmezliği: Nesnelerin değişik durumlarda farklı şekillerde görünmelerine karşın onları bildiğimiz şekilde algılama eğilimidir. Örnek: Madeni bir paraya hangi açıdan bakarsak yine onu yuvarlak olarak algılarız. Odanızdaki pencereyi siz hep dikdörtgen (veya kare) olarak algılarsınız. Herhangi bir nedenle nesneyi tanıyamamanız hâlinde, şekil değişmezliği ortadan kalkar.
Büyüklük Değişmezliği: Nesneler bizden uzaklaştıkça gözümüze düşen imgesi küçülür. Fakat biz, bu
nesneleri küçük olarak değil hep aynı şekilde algılarız. Örnek:Uçak yükseldikçe evler küçük görünmeye başlar. Hatta çok yüksekte, evler kibrit kutusu kadar görünür. Fakat biz evleri kibrit kutusu kadar değil normal haliyle algılarız.
Parlaklık ve Renk Değişmezliği: Nesneler, içinde bulunduğu mekanın aydınlatılmasına bağlı olarak farklı renkte
görünür. Ama biz tanıdığımız nesneleri normal rengi ile algılarız. Örnek: Sahibi olduğumuz yeşil araba akşam karanlığında siyaha yakın bir renkte görünür. Ama biz o arabayı hep yeşil olarak algılarız.
Derinlik Algısı
Derinlik algısı, görme duyumu ile ilgili bir özelliktir. Derinlik algısı nesnelerin birbirlerine göre yakında ya da uzakta algılanmasıdır. Dış dünyayı algılarken nesneleri üç boyutlu olarak algılarız. Bazı nesnelerin önde, bazılarının arkada
algılanması derinlik algısına neden olur. Derinlik algısının “meydana gelmesinde her iki gözümüzün farklı açılardan bakmasının rolü vardır. Ayrıca, ışığın parlak olduğu yerler ve canlı renkler yakında; ışığın sönük olduğu yerler ve soluk renkler uzakta algılanır.
11. Sınıf Psikoloji Konuları için Tıklayınız
11. Sınıfta Yer Alan Diğer Ders ve Konuları için Tıklayınız